Ülkemizde henüz erken dönemini yaşayan sanat psikoterapisi travmalarımıza, ruhsal düğümlenmelerimize, ruhun kendini bulma yolculuğuna rehberlik ediyor. Sanatın iyileştirici gücüne yürekten inanan Psikolog Meril Algazi ile sanat psikoterapisi üzerine konuştuk.
Meril Algazi, genç kuşak bir psikolog ve sanat psikoterapisti. Fransa’da Monpellier 3, Université Paul-Valery’de Psikoloji lisansını tamamladıktan sonra, İngiltere’de sanat psikoterapisi üzerine University of Roehampton’da yüksek lisansını yapmış. Sanat psikoterapisiyle ise öğrenciyken bir kitap kafede rafların arasında tesadüfen rastladığı bir kitap üzerine tanışmış ve onu çok heyecanlandıran bu alanda ilerlemiş. Öğrenimi süresince farklı klinik servislerde; NHS CNWL Horton Rehabilitation Center ve Portugal Prints’te ‘community based open studio’ süpervizyon eşliğinde psikoz hastalarıyla bireysel ve grup sanat psikoterapi seansları organize etmiş. Portugal Prints’in bünyesi altında, psikoz hastaları için Royal Academy of Art’ ta düzenlenen sanat terapisi atölyelerinde çalışmış. İngiltere’de özel eğitim veren bir okulda, öğrenme güçlüğü çeken ergenlerle kısa dönemli bir sanat psikoterapi projesinde yer almış aynı zamanda. Türkiye’ye geri döndükten sonra da projektif çizim testleri dersleri almış ve Fransız Lape Hastanesi’nde Rehabilitasyon servisinde Sanat Psikoterapisi servisini kurmuş. Halen orada çalışıyor.
Fransız Lape’deki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
Rehabilitasyon kapsamı altında şu an müzik terapisi yapılıyor. Farklı etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Yoga başlattık, daha önce yapılan ebru atölyesini sürdürüyoruz. Dans, hareket terapisi gibi, aslında daha yurtdışında olan sanat terapilerini biraz Lape Hastanesine entegre etmek, Türkiye’de tanıtmak istedim.
Hastane dışında da atölyeler düzenliyorsunuz. Onlardan bahseder misiniz?
Pera Müzesi’nde atölye yaptım. Onlarla hâlâ iletişim içindeyim. SPOD Derneği var LGBT Derneği var, orada iki atölyem oldu. Aynı zamanda daha tema bazlı atölyeler yapıyorum, bir psikiyatristle beraber. Ayrıca Tarlabaşı Toplum Merkezi’nde gönüllü olarak çalışmaya başladım. Orada da amaç mülteci çocuklara
yönelik sanat terapisi grupları ya da bireysel seanslar yapmak. Böyle farklı farklı küçük küçük projeler yapmaya çalışıyorum. Bazen zorlanıyorum. Türkiye’de çok yeni bir alan.
Sanat terapisinin tanımı nedir? Hedef kitlesi kim?
Türkiye’de çok yeni, ama Amerika’da ve İngiltere’de eş zamanlı olarak 1940-50 arasında başlıyor. Psikiyatri hastanelerinde başlıyor. Psikiyatri hastalarının, özellikle psikoz hastalarının mekanikleşmesi, daha donuklaşması üzerine orada daha -şimdiki gibi değil ama- terapötik sanat yapımı gibi başlıyor hastanenin içinde. Atölyeler kuruluyor ve hastalar resim yapıyor, onun üzerine sergiler açılıyor. Aslında biraz daha sözel olarak da bilişsel olarak da fakirleşmiş hasta grubunun kendilerini daha farklı bir şekilde ifade etmelerini amaçlıyor. Ondan sonra daha psikanaliz bazlı bir terapiye dönüşüyor. Türkiye’de belki on senedir falan var. Psikoterapiler Derneği diye bir de dernek var. Ama dediğim gibi burada daha çok yolun başında.
Sanat terapisi sanatı bir araç olarak, dil olarak kullanarak kendimizi ifade etme yöntemi diyebilirim. Aslında terapi yöntemi. Bütün malzemeleri ortaya koyuyoruz. Kişi ne isterse yapabiliyor. Bir çocuk çizdiyse, bu çocuk nerede, nasıl hissediyor, ne yaşıyor?.. Mesela bu çocuk yalnız hissediyor şöyle yapmayı seviyor dediğinde kendi dünyasını anlatıyor. Sağlıklı insanlar olarak bizler, kelimelerimizi seçerken çok kontrollü seçiyoruz, belirli bir filtreden geçirerek konuşuyoruz. Aslında resim yaparken o filtre bir tık daha kalkıyor ve fark etmeden bilinç altına geçmek çok daha kolay oluyor. Fark etmeden kendimize dair daha fazla şey veriyoruz. Ben de resim yapıyorum ve ortaya çıkan eser ruhsal bir harita gibi oluyor aslında. Baktığınız zaman, a, böyle hissediyormuşum diyorsunuz. Aslında sadece ortaya çıkan ürün de değil. Süreç de önemli oluyor sanat terapisinde. Hangi malzeme kullanıldı, kullanırken ne hissettik ne düşündük? Bazı insanlar daha kontrolcü yapısı varsa mesela pastel boya ya da gazlı kalem kullanmayı tercih edebiliyor. Kimisi de akrilik ya da sulu boya kullanmayı tercih ediyor. Onları kontrol etmek, yönlendirmek daha zor diyebilirim. Kimisinde bu tedirginlik, anksiyeteye gidiyor, bunun üstüne konuşuyoruz süreç içinde.
Artık her alanda kullanılan bir yöntem. Çocuklarla, mülteci kamplarında, yetişkinlerle. Travmada çok kullanılan bir alan. Travmada mesela, bedende bir yerde kalabiliyor, onu ifade etmek, kelimelere dökmek çok zor oluyor. Aslında sanat o yüzden bir dil gibi oluyor, kelimelere dökmeden. Bir de daha fiziksel ve duyusal bir kısmı var. Ellerinizi kullanarak, işin içine girerek. Mesela çamur kullanılabiliyor. O çamurla oynarken danışanlar ya da hastalar yemek yapmaya benzetebiliyorlar. Aslında anneyle ilişkiyle de bağlantılı, bebekken o ilk kurduğumuz sözel olmayan ilişkiye benziyor. Daha duyusal bir şey o yüzden. Metaforik ilerleyen bir şey. Benim de sevdiğim kısmı o. Beraber düşünmek, o metaforun ne olduğunu beraber anlamlandırmak. Ama güneş çizdi güneş şu demek, kırmızı rengi kullandı, kırmızı öfke demek diye bir şey yok. Kimisi için kırmızı iddialı olmak, kararlı olmakken kimisi için öfke olabiliyor. Yani kişiden kişiye değişen bir şey. Bizi kendi deneyimlerimize göre, büyüme sürecimize göre değişen bir şey.
Başka ne tür malzemeler kullanılıyor?
Geri dönüşüm materyalleri kullanılabiliyor. Resim malzemeleri var, pastel boya, toz pastel, kömür kalem falan gibi. Eğer daha tematik ilerleyeceksek seanslarda ya da atölyede, ona göre şekillenebiliyor. İp olabilir, havlu peçete rulosu olabilir, her türlü taş olabilir.
Hayatımı zorlaştıran olumsuz bir davranış modelim var diyelim. Ve sanat terapisiyle bunu aşabileceğime inandım. Nasıl bir süreç işliyor?
Hepimizin içinde shadow self var; daha karanlık gördüğümüz, yargıladığımız. Aslında belki sanat terapisinin bir artısı da size o kadar korkunç gelen, belki öfkeyle çıkan tarafımızı bastırmaktansa ortaya çıkarmak ve bunu bir obje haline getirmek. Bu dışarı çıktığı zaman özellikle, görünebilir bir hale geldiği zaman bunun üstüne düşünmek ve konuşmak daha kolay olabiliyor. Aslında üçüncü bir obje koyuyorsunuz ben demek yerine. Ben demek yerine o diye bahsediyorsunuz. Ondan sonra amaç, bunu yavaş yavaş içselleştirmek ve sorun olmaktan çıkarmak. Aslında uzun dönemde bunu fark etmek; nasıl ortaya çıkıyor, ne zamanlarda ortaya çıkıyor?
Bunun kökenine inmek ama bunu kelimelere dökmek, sözel olarak ifade etmek daha zorlayıcı olabilirken bu duyguları bir imajla ifade etmek daha kolay olabiliyor. Bazen yapılan şey üzerine konuşulmuyor da. Eğer kişiyi rahatsız ediyorsa, o orada kalıyor. Ama geri dönebildiğiniz bir nesne olabiliyor. Bir şekilde o dışarı çıkıyor ve onun üstüne konuşuyoruz. Ve mesela yıkıcı gördüğünüz öfke, aslında daha yaratıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Öfke örneğinden gidersek, kötü olarak tanımladığımız bir şey ama hiç kızmadan hiç öfkelenmeden de yaşayamayız. Bunu bastırmamız da doğru değil. Hepimizin içinde olan bir duygu aslında. Öfke çıktığı zaman yıkıcı ve yok edici oluyorsa eğer bununla nasıl baş edebileceğimize dair farklı yöntemler geliştiriyoruz aslında.
Danışanlarınız ne gibi sorunlar için geliyorlar size?
Her şeyden gelebilir aslında. Kendisinden mutsuz olabilir, birşeyleri değiştirmek isteyebilir, kendisiyle ilgili rahatsız eden bir problem olabilir. Hayatınıza devam edebiliyorsunuz ama mesela ilişkilerinizi devam ettiremiyor olabilirsiniz. Aynı döngü içinde kaldığınızı fark edip bunu kırmak istediğinizde gelinebilir. İlişki problemleri olabilir, anksiyete olabilir çok kaygılanıyorsanız ve aslında bu sizin hayatta ilerlemenizi de zorlaştırıyor olabilir. Depresyon olabilir, kim olduğunuzu bilmemek olabilir, kendinizi tanımak istemek olabilir. Ben uzun süredir kendi analizimdeyim. Benim ilk başlangıç sebebim; bir, bu alandayım zaten başlamam gerektiğini düşünüyordum. Masterdan önce başladım aslında. Kim olduğumu ve ne istediğimi anlamak için. Hiçbir terapi süreci kolay değil. Kendinizi irdelediğiniz, analiz ettiğiniz, değiştirme sürecine girdiğiniz, ortaya çıkan bazı şeylerin hiç hoşunuza da gitmeyebileceği bir süreç bu. O yüzden biraz daha taşlı bir yol. Ruhun nehir yatağı gibi olduğunu düşünüyorum; yaşadığımız, deneyimlediğimiz her şeyin o nehir yatağında bir iz bıraktığına inanıyorum. Terapi süreci de o izlerin ne olduğunu anlamak, bizi nasıl etkilediğini anlamak aslında.
Hayatın olağan akışında, bir sorun olduğunun farkına varmak da yardım istemek de bizim ülkemizde yaygın bir durum değil. Neden yardım istemeliyiz peki?
Şu an yaşadığımız dönem çok tüketmeye de odaklı bir dönem. İnsanlar kendini bulma arayışında, farkındalık arayışında. Çok tüketici bir toplum içinde yaşadığımız için de bunu hızlı ve kolay yoldan bulmak istiyorlar. Bilmem ne workshop’una üç kere gidip kendini iyi hissetmek gibi. Aslında bence az çok herkes bir şeye ihtiyacının olduğunun farkında ama belki bunu kabul etmek çok zor.
Anlam mı arıyor insanlar biraz sanki?
Anlam arıyorlar, bir amaç arıyorlar devam etmek için hayatlarına. Bir yarış halindeyiz çünkü. Okul okumak, okulu bitirmek, master yapmak, sonra iş bulmak. Bunun tabii ki ekonomik bir boyutu da var ama aslında bu süreç çok hızlı ve kaotik aslında. Hiç durup nefes almıyoruz. Pera’daki workshop biraz bunun üzerineydi. Zaman nasıl geçiyor pek fark etmiyoruz. Nereye geldiğimizi, nasıl olduğumuzu düşünmüyoruz. Bir durup ne yapıyorum ne hissediyorum demiyoruz. Hissetmek. Özellikle Türk toplumunda hissetmek, bir mutsuzluğu yaşamak zayıflık gibi ve hayatın akışından biraz kopmak gibi algılanıyor. Vakit yok. Çünkü ertesi gün iş var ve ben buna devam etmek zorundayım. Bir de toplum olarak da kapalı bir toplumuz. İnsanlar ne yaşadığını, ailenin içinde ne olduğunu anlatmıyor. Terapiye gidiyorum demek zayıflık gibi algılanıyor ama bence herkes gitmeli. İlla büyük bir şey yaşamanıza gerek yok terapiye başlamanız için. Belki az çok kendi içinizde fark edebiliyorsunuz sorunları.
Belki de o yüzden durmuyoruz. Durduğumuz zaman, nefes aldığımız zaman bir şeylerden mutsuz olduğumuzu fark edeceğiz diye de hem arayış hem bir açlık var aslında. Kendi kendimizle kaldığımız zaman bir şeyler olmadığını fark edeceğiz belki. O yüzden de koşturmaya devam ediyoruz. Bence herkesin kafasının içinde daha yargılayıcı bir ses var. Herkes kendi yarattığı ideale ulaşmaya çalışıyor. Bazen gerçek kişilikle idealde olmak istediğimiz kişilik arasında çok fark olabiliyor. Bu, bizi yıpratabiliyor. Ya da dediğim gibi, çoğu insan aslında yaşadığımız dünyadan dolayı kaygılı. Ama kaygının ne demek olduğunu bilmiyor. Bu, aslında bütün ilişkilerimize yansıyor. Mesela daha kontrolcü oluyor karşısındakine. Kimisi daha çekingen oluyor. Ama kendi işlerini, başarısını, ilişkilerini sabote edebiliyor. Aslında bütün bunları düşünmek ve değiştirmek için terapi güzel bir şey. Ama ben şuna şuna gittim, şunu yaptım gibi anlık iyi hissetme durumu daha iyi geliyor insanlara, çok daha uzun süreli bir şeyin içine girmektense.
Her alanda bir farkındalık kavramıdır gidiyor. Nedir bu farkındalık kavramı? Neden, şart mıdır, neyin farkında olacağız?
Benim için farkındalık iç dünyamıza çıktığımız bir yolculuk. Bu böyle bir günde iki günde olabilecek bir şey değil. Farkındalığı kazanmak bir süreç bence. Çünkü sürekli değişiyoruz, kişi hiçbir zaman sabit bir yerde kalmıyor. Sürekli dışarıdan aldığımız bir şeyler var. Kendi içimizde değişiyoruz. Büyüyoruz. Değişim duran bir şey değil. O yüzden o farkındalık da değişiyor. İki sene önceki bizle şu anki biz arasında fark var. O yüzden farkındalık bana yolculuk gibi geliyor. Günümüzde anlamı değişti. Çok farklı terimleri var. Mindfulness açısından bakarsak farkındalık anda kalmak, ânın farkında olmak. Düşüncelerinizin içinde kaybolmamak. Belki bir noktada durup nefes almak. Hem kendimizin o an nasıl hissettiğini hem de dışarıda ne olup bittiğinin farkına varmak. Ağaçların arasındaki ışığı görmek de bir farkındalık, o anda olabilmek. Kafamızın içinden çıkabilmek, o girdaba girmemek. Bence daha kendinin farkında olmak, farkındalık. Neyi, neden yaptığını bilmek. Bunu yaparken ne düşündüğünü neden bazı davranış paternlerine sahip olduğunu bilmek. Yani aslında kendini geliştirme olarak görüyorum farkındalığı.
Farkındalık değişimin ilk adımı diye anlıyorum?
Evet. Ve farkındalık o değişim sürecine giriş. Yani bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkına varmak. Belki asıl önemli olan farkındalık mutsuz olduğunun farkına varmak. Bir şeyi değiştirmek istediğinin farkına varmak ve öyle iç dünyadaki bu yolculuğa girmek. Yani, değişmek zor bir şey. İlk farkına varıyorsunuz. Ondan sonra belki aynı şeyi, işte farkına varıyorsunuz, işte ben bundan hoşlanmıyorum, ama bunu yine de yapıyorum. Yine farkındasınız ama bunu değiştirmek belki üç geri beş ileri adım attıktan sonra asıl bunu değiştirebilme sürecine giriyorsunuz. Yani dediğim gibi bunlar Türkiye’de zayıflık gibi görülüyor ama aslında insanın kendini bilmesi, neyi neden yaptığını, zayıflıklarını, kırılgan taraflarını fark etmesi aslında insanı daha güçlü yapıyor.
Türkiye’de ne gibi zorlukları var bu işin?
Biraz yanlış tanındığını düşünüyorum Türkiye’de bu alanın. Yani bir seramik atölyesine ya da resim atölyesine gitmek sanat terapisi diye dönüyor sosyal medyada. Bu öyle bir şey değil. Hep beraber oturup resim yaptığımız bir atölyenin içinde olan şey, sanat terapisi değil. O resim yapmak, o seramik üretmek. Evet, bu insana iyi gelebilir. Ama sadece bir şey üreterek bitmiyor. Onun üstüne düşünmek ve konuşmak gerekiyor. Bunun da eğitimini almadan yapmanın çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Aslında Türkiye’nin genel problemlerinden bir tanesi de bu. Yani çok bilinçsizce ilerleyebiliyor bu işler. Yapmış olmak adına, göstermek için.
Bir de yanlış bir algı var. Sanat terapisine gelmek için resimde iyi olmanız, deneyimli olmanız, ortaya güzel bir şey çıkarmanız hiç önemli değil. Ben hiç resim yapmadım, bilmiyorum yapmayı filan gibi kaygılar olabiliyor. Resimle ya da sanatla iç içe olmanıza ya da deneyimli olmanıza gerek yok. Çöp adam da yapsanız karalama da; o kâğıt bizim aynamız, bir yansımamız. Yani bir terapi odasının içinde birinin gözleminde resim yapmak, aslında farklı bir deneyim.