Hilâl-i Ahmer Koleksiyonunda Ant Yapı’nın sponsoru olduğu ‘Kara Gün’ hilaline imza atan Görkem Dikel, soyut resmin yeni kuşaktaki nadir temsilcilerinden. Eserleri özellikle yurt dışında tanınan genç sanatçı, kendine ait formlar ve renklerle iz bırakmak istiyor.
Sipahiler Events’ın Türk Kızılay’ı için hazırlamış olduğu 150. Yıl etkinlikleri kapsamında hayata geçirilen Hilâl-i Ahmer Koleksiyonu, ustalardan gençlere pek çok sanatçının imzasını taşıyan, aralarında Ant Yapı’nın da olduğu Türkiye’nin lider firmalarının sponsorluk desteği verdiği, sanatla insani yardımı buluşturan bir farkındalık projesi. Ant Yapı’nın sahiplendiği Kara Gün isimli hilalde imzası olan genç sanatçı Görkem Dikel’i daha yakından tanımak için dergimize konuk ettik.
KARANLIKTAN DOĞAN IŞIK
Sanatçıyı tanımadan önce Kara Gün isimli hilalin hikâyesini sorduk. Ant Yapı’nın hilalindeki siyahı bir Fas gezisinde gittikleri çölde görmüş. “Güneş batmıştı. Her taraf eflatunumsu bir gümüş rengiydi. Kum fırtınası çıkmıştı. Çadırlara gittik. Çadırların kapısını bir açtım ful karanlık. Korkup geri kapattım. Hayatımda o kadar koyu bir karanlık görmemiştim. Karamsar bir renk tabii siyah. Siyah deyince aslında, umutların, enerjilerin kesildiği bir şey gibi algılasak da orada karanlığın içinden bir anda beliriveren ışıklar var. Ve bu da Kızılay’ın insani yardım fikriyle çok fazla örtüşüyordu. Baskın bir şekilde gördüğümüz şey aslında kozmoz. Her şeyin başlangıcı.”
SOYUT RESMİN 21. YÜZYILDAKİ YANSIMASI
Kendi deyişiyle, “soyut resmin 21. yüzyıldaki yansıması” olan, genç bir sanatçı Görkem Dikel. Terebentin ve yağlıboya kokuları arasında annesinin resim yapmasını izleyerek ve onu taklit ederek geçirdiği çocukluğu, Dikel’in kaderini mühürlemiş adeta. Ressam olan annesi, kızının da resme gönül verdiğini anladığında onu bu zorlu yoldan döndürmek için çok uğraşmış. Ağzında gümüş kaşıkla doğmamış yetenekli insanların acımtırak sanat yolculuğunun zorluklarını kızı da yaşasın istememiş. Daha dingin bir hayat kursun, güvenceli bir işi olsun diye uğraşmış, ama nafile. Ailesinden gizli gizli resim kursuna gidip akademi sınavlarına hazırlanmış genç sanatçı. Sınavı kazandığında, başta annesi olmak üzere ailesi hakkını teslim etmiş. Kararına saygı duyup ona destek olmuşlar.
“FREDDIE MERCURY’NİN DİNAMİK ŞARKILARI GİBİ, BÜYÜK TUVALLERE RENKLİ PATLAYAN FORMLAR YAPIYORUM. ENERJİYİ YANSITMAK İÇİN.”
İSPANYA GÜNLERİ
Mimar Sanatlar Güzel Sanatlar Resim bölümünde üçüncü sınıf öğrenciyken değişim programıyla eğitimine Universidad de Sevilla-Bellas Artes’te devam eden Görkem Dikel, 2010’da İspanyol yazar Antonio Gala’nın kurduğu Fundación Antonio Gala’nın sanat bursuna Türkiye’den seçilen ilk sanatçı olmuş. Aynı yıl Sevilla’da bulunan Fundación Tres Culturas’ın İspanya’da gerçekleştirdiği Plein-Air konuk sanatçı programına katılmış ve Moskova Bienali’nde sergilenen Memento Mori İstanbul projesinde Natalia Skobeeva ile birlikte çalışma şansı da bulmuş.
SENDEN DAHA BÜYÜK
Türkiye’ye dönüp son sınıfı okurken mezuniyetinden hemen önce de “Senden Daha Büyük” başlıklı ilk sergisini açmış. “Bizden daha büyük olan şey doğanın kendisiydi aslında,” diyor Görkem Dikel. Fas seyahatinde Atlas Dağları da çok etkilemiş Görkem Dikel’i. “Kocaman dağların üstünde karınca gibi küçücük küçücük köylerde yaşayan ve oradan neredeyse hiç dışarı çıkmayan insanlar. Zaten yol yok. Ne aşağı inebilirsin, ne yukarı çıkabilirsin.” İşte bu gözlemler tuvale, doğaya secde olarak yansımış ve ilk sergisinin teması olmuş.
Mezun olmadan önce Antonio Gala Vakfı’dan sanat bursu kazanan sanatçı, 2013’te Sevilla’daki Arte Aula’da, büyük tuvallere çalıştığı ve insanın doğayla karışma isteğini yansıttığı “Empatía” (Empati) isimli ikinci kişisel sergisini açmış. Eserleri, ulusal ve uluslararası karma sergilerde, sanat festivallerinde, sempozyumlarda yer bulmuş. Genç sanatçının eserleri, Amerika, Avustralya, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya, Tayvan, Çin ve Türkiye’de özel, resmi ve kurumsal koleksiyonlarda yer alıyor.
Mimar Sinan Üniversitesi Resim Ana Dalı’nda yüksek lisansını da bu yıl bitiren genç sanatçının başarının sırrını merak ediyoruz haliyle. “Galiba kendime düşen birçok şeyi başarabilmemle alakalı. Her şeyi kendi kendime yapıyorum, kendi kendimin çevirmeniyim, kendi kendimin grafikeriyim. Biraz da mezuniyetten sonra kısa bir süre galerilerde çalıştığım dönemde bu işin mutfak kısmını da öğrenmem işime yaradı. Yabancı dil bilmek de öyle.”
ZITLIKLARIN ESTETİĞİ
Ülkemizde çok da rağbet görmeyen soyut resmin az sayıdaki izlekçisinden biri olan genç sanatçı, “Panoramik diyebileceğimiz, insanın kendini içinde kaybettiği büyük renk alanlarının olduğu resimler” yapmayı seviyor. “Ve bunlar çok fazla küçük parçadan oluşursa daha güzel oluyor kanımca. Tıpkı Atlas Dağları’ndaki o küçük köyler gibi.”
Resimlerini zıtlıklar üzerine kuruyor. “Renk zıtlıkları mesela. Formsal zıtlıklar. Yataylar ve dikeyler birbirini iterler zaten. Zıttırlar. Ondan sonra yuvarlak formlarla, keskin formlar. Küçük formlarla çok büyük formlar. Bunları bir arada kullanmaya çalışıyorum.”
ENERJİYİ DIŞA VURAN RESİMLER
Enerji onun resimlerinde temel element. “Ben enerjiyi dışa vurmaya çalışıyorum. İstiyorum ki yaptığım resimler bakan insanlara çok daha büyük bir enerji versin. Bunun içinde onları mutlu etmek de, rahatsız etmek de var. Rus ressam Kandinsky’e göre her şey bir enerji taşırdı. Yani herkes enerji veriyor birbirine. Freddie Mercury, ‘Ben göktekini yere indiriyorum,’ diyor. ‘Oradan alıyorum size veriyorum, sizin istediğinizi veriyorum size,’ diyor. Bu kadar. Ben solgun resimler yaparsam enerjimi insanlara yansıtamam. Çok ölgün resimler yaparsam büyük bir enerji veremem.”
RESİMDE LİRİK TAVIR
Bir fikir aklına düştüğünde Görkem Dikel önce eskiz çizip planlar yapıyor. Tuvale varmadan önce, fikri kâğıtta çözüyor kendi deyimiyle. “Benim yaptığım eskizler çok kabadır. Ayrıntılı eskizler yaparsan bu sefer büyük resme geçtiğinde resmin enerjisi kesiliyor, çünkü enerjini zaten eskizde atmış oluyorsun. Ve aslında daha zihinsel ve analitik yapmış oluyorsun. Analitik olmak da gerekli ama o işin heyecanı ve lirik tavır bence korunması gereken bir duruş.”
Görkem Dikel’in zihnini meşgul eden konular, Katılaşma, Erime, Radyasyon isimli serilere dönüşmüş. Halen üzerinde çalıştığı Gölge serisinde ise tarihteki ilk kadın ressam olduğuna inanılan Dibudates’ten etkilenmiş. “Ben de tuvalin karşısına geçiyorum, arkama koyuyorum lambayı, gölgemi çiziyorum. Gölgemin içerisine kozmik manzaralar yapıyorum.”
İFADE ETMEK, ÇOĞALTMAK, PAYLAŞMAK
Resme bakmanın bir süreç olduğunu söylüyor genç sanatçı. “Özellikle benim resmimde. Baktığında hemen algılanan, hemen biten bir resim yapmayı amaçlamıyorum. Bir sanatçının kendine özgü bir formu olmalı diye düşünüyorum. Sonuçta dünyaya vermek istediğim renkler var, formlar var. Kendime ait formlar. Bu biraz da yaşama içgüdüsüyle ilgili bir şey. İfade etmek, çoğaltmak, paylaşmak isteği.”
Sanatçı son söz olarak sanatın gelişmesinde devlet desteğinin çok önemli olduğunu vurguluyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Füreyya Koral gibi sanatçıların bu sayede varlık gösterebildiğini hatırlatıyor. Devletin yeniden sanatçıya alan açmasını, maddi destek vermesini istiyor.