Tülay Dur Özışık
Dergimizin sayfalarını Paris Olimpiyatları’nın coşkusu ile donatmışken, vesileyle, bu “Aşk Şehri”ni gezmek isteyenler ile birkaç tüyo paylaşmak istedim. Çokça bilinenler değil ama Fransızların çok sevdiği tabir ile bir “Flaneur” (kent gezgini) edasıyla aldığım “gizli mekanlar” notlarıyla…
“Gizli” diyorum, çünkü Paris’e gitseniz görmeniz gereken yerleri mutlaka okuyabileceğiniz çeşit çeşit kaynak varken, ben çoğunlukla bir tesadüf eseri keşfettiğim mekanlarımdan bahsetmek istedim. Bu bir keşif hikayesi özetle…
Saklı bir Panorama Tepesi: Galeries Lafayette’in Terası
Aslında her şey bir alışveriş merkezi gezmek için başlamışken ve Galeries Lafayette’teki cam balkonu ararken gökyüzüne kavuşma ile başlıyor…
Merdivenlerden ağır ağır en tepeye doğru çıkarken birazdan büyük bir nefes alıp, bu nefesi 10 dakika tutmak isteyeceğinizi henüz bilmeyeceksiniz. Burası o kadar güzel bir köşe, o kadar güzel bir panoramaya sahip ki aynı anda herkes görsün ama kimse bilmesin de isteyebilirsiniz.
Ne yazık ki, Paris herkesi kendine aşık etmek için çabalayan iflah olmaz ‘çapkın’ bu yüzden ‘Paris Je’taime’ yazısının önünde bir fotoğrafı herkese vadediyor.
Galeries Lafayette’in tepesinde Paris’in en güzel panoramasını geride bırakarak aşağıya doğru seyrederken, bir sanat eserinin içinde olduğunuzu da asla gözden kaçırmamalısınız. Öyle ki, burada yer alan cam balkon hem Galeries Lafayette’in güzelliğinden dizlerinizin bağını çözerken bu yükseklikte aşağıya cam alandan bakmak da kalp atışlarınızı düzensizleştirebilir. Bu da zaten Paris’in başka bir aşk oyunudur, ayaklarınızı yerden kesmek…
Coco Chanel ile aynı masada oturabilmek
Gökyüzüne yakın bir yerden tüm Paris’i izledikten sonra tatlı birer kaçamak için ne kadar zamanınız var? Galeries Lafayette’ten Rue De Rivoli’ye doğru adımlarınızın hızını bu yanıta göre verin ancak vazgeçmeyin! Uzun bir kuyruğa denk geldiğinizde doğru yere varmış olacaksınız. Sabrın sonu, dünyanın en güzel sıcak çikolatası ve eşsiz bir Mont-Blanc…Angelina Pastanesi’ndesiniz…Çok şanslı iseniz masa 45’te hem de… Coco Channel’in hep tercih ettiği o masada! Endorfin düzeyiniz en az Galeries Lafayette’in tepesindeki kadar yüksek artık…
Elbette tüm bunlara ek Jardin des Tuileries’in hemen yanında Paris’in hatta Avrupa’nın ilk kitapçısında bir kitabın sayfalarında kaybolmak, Laduree’de makaron renklerinden hangisini seçeceğinize karar verirken zaman harcamak, Louvre Müzesi’ne ömrünüzü verseniz de sanata doymayacağınızı anlamak, Champs Elysees’de bir aşağı bir yukarı turlamak, acıkınca Le Relais de l’Entrecôte’da biraz daha acıkmak için uzun kuyruklarda beklemek, “illa ki ördek, soğan çorbası mı yenir” diyerek Five Guys’da kimse görmeden bir hamburgeri mideye indirmek de isteyebilirsiniz. Bunların hepsi Paris’in “minik” ve de “gizli” ama hep “aşk iksirleridir…
Zamanda kısa bir yolculuk: Eski bir dostla kucaklaşma
Paris dışında biraz da eğlence ararken çocuğunuza keyifli bir gün sunmak isterseniz Disneyland tüm kalabalığı ve ihtişamıyla sizi bekliyor… Tüm oyuncakları deneyelim derken kendinizi çocuğunuzla çocukluğunuza gitmiş şekilde bulunuyorsunuz. O günden sonra rüyalarınızın daha renkli olacağı kuşkusuzken, Mickey Mouse, Yıldız Savaşları, Korku Evleri, Şimşek McQueen, Örümcek Adam ile birdenbire eski bir dostu yolda görmüş gibi kucaklaşacaksınız. Son olarak ‘herkes yemek yapabilir’ diyerek mutfağa bir fare gibi sokulmak isterseniz Ratatouille’deki Fare Remmy size hem eşlik edecek hem de ilham olacaktır. Disneyland, görmeden de yaşarım ama görürsem hayatım değişir dedirten bir mekan olarak hep orada…