40’lı yaşların üzerindekiler onu daha çok televizyon ekranlarındaki renkli kişiliğiyle tanısa da Çiğdem Tunç, gönlünü her şeyden önce sahnelere kaptırmış usta bir tiyatrocu. Altı yıl önce kendi adıyla bir tiyatro kurdu ve pek çok oyun sergiledi, sergilemeye de devam ediyor. Çiğdem Tunç ile yaşamı ve tiyatrosu üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Eğer bir televizyon programında ya da bir organizasyonda onu sunucu olarak görürseniz eğlence garanti demekti, özellikle de 80’li ve 90’lı yıllarda… O sıralar bir de Kemal Sunal, Gülşen Bubikoğlu, Tarık Akan, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın gibi isimlerle rol aldığı filmlerle sinema dünyasına girdi. O günleri şöyle anlatıyor: “Genceciktim. Hep dinlerdim, çok şey öğrendim onlardan. Tarık işi çok biliyordu, Allah rahmet eylesin, ‘Sinema gözdür’ derdi bana, ‘gözden çalışacaksın’.
Onu bir süredir televizyon ekranlarında görmüyoruz ama Tunç, “Aslında meslek hayatımın en aktif dönemindeyim” diyor. Altı yıl önce kendi adıyla bir tiyatro kurmuş. ‘Şoför Nebahat’ oyunuyla başlamış işe. Komediler, çocuk oyunları gelmiş ardı sıra. Bugünlerde ‘Kanadı Kırık Bir Kuş Misali Cahide Sonku’ oyunuyla kasıp kavuruyor, izleyiciyi bir güldürüp bir ağlatıyor…
Ben yaş itibariyle sizi çok iyi tanıyorum tabii ama yaşamınızı merak edenler için biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben doğma büyüme İstanbul Kadıköy’lüyüm. Daha 3 yaşımdayken annem Türkiye’nin ilk Müslüman kadın bale hocası Yıldız Alpar Emiroğlu’na yazdırmış beni eğitim için. Bu çok iyi bale okulundan 18 yaşımda, artık bale öğretmenliği yapabilecek şekilde, Devlet Opera ve Balesi’nde dansçılık da yapabileceğim bir diplomayla mezun oldum. O süre içerisinde tabii ilkokulu, ardından Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni bitirdim… Ve baleyi hiç bırakmadım. Ardından Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde radyo televizyon ve sinema eğitimi aldım.
Tiyatro hikayeniz nasıl başladı?
17 yaşımda, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde bale hocalığı yapıyordum. Aynı sene üniversiteyle birlikte Devlet Opera ve Balesi’ne yevmiyeli olarak girdim, bir sezon eserlere katıldım. Hürrem Sultan’ı oynadım mesela. Sonra Egemen Bostancı ve müzikaller çağı başladı Türkiye’de. Yedi Kocalı Hürmüz’le dansçı olarak başladım. Derken ‘Artist Mektebi’nde başrole kadar yükselen bir çizgide ilerledim. Hisseli Harikalar Kumpanyası, Şen Sesin Bülbülleri, Neşe-i Muhabbet… O müzikaller bizim için ikinci bir üniversite oldu. İyi ki Şan Tiyatrosu vardı. Yakıldığında çok büyük acı çektik.
Şimdi de Çiğdem Tunç Tiyatrosu’nda çok güzel eserler sahneliyorsunuz…
Benim sabah yataktan kalkma sebebim tiyatro! Yıllar içinde oluşan tecrübelerimle geldiğim noktada, 6 sene önce tiyatro kurmaya karar verdim. Şahane bir müdürümüz var, Alper Çorumluoğlu, onunla birlikte 6 yıldır ‘sahne’ diyoruz. Ortaoyunu örneği olarak ‘Bir Eski Zaman Hikayesi’, komedi olarak ‘3+1 Zombili’, ayrıca ‘Şoför Nebahat’, ‘Binbir Gece Masalları’ ve çocuk oyunları sahneledik. Şimdi ‘Kanadı Kırık Bir Kuş Misali Cahide Sonku’ oyunu. Yakında ‘Astro Türkler Geliyor’ diye bir komedi oyunu yapacağız.
Müthiş enerjik bir kadın olarak hatırlıyorum sizi. Hâlâ da öylesiniz gördüğüm kadarıyla… Nedir bunun sırrı?
Amazon kadınıyım, meydan muharebesini terk etmem. Eğer terk edersen yerin dolar hemen. Belki çok erken yaşta acılarla karşılaşmaktandır… 12 yaşındaydım, 39 yaşındaki babam bir gece gözlerimin önünde kalp krizi geçirip vefat etti. O gün “Bundan sonra bu evin kadını da erkeği de benim” demiştim. Annemle ve anneannemle birlikte kaldığım yerden sürdürdüm hayatı. Üstelik annem bir türlü toparlanamadı, çok âşıklardı çünkü. Canına kıymaya bile kalktı. Üsküdar Amerikan gibi zor bir okulda okuyordum. Bir yandan bale dersleri… 12 yaşında bir kız çocuğu olarak o günden beri acıların insanlar için olduğuna ve insanların da bunların karşısında dirayetli olması gerektiğine inandım. Bunda aile terbiyesinin, ezber sistemine dayanmayan ve çocuğun kişiliğini öne çıkaran eğitim sistemine sahip bir okulun öğrencisi olmanın da çok etkisi vardı tabii. Balede Yıldız Alpar Emiroğlu’nun öğrencisiydim, Türkiye’deki ilk Müslüman kadın bale hocası. O hemen beni resital için prova silsilesine soktu. O günden beri benim için en büyük terapi sanat.
Peki aynı zamanda usta bir televizyoncu olarak beyaz camın bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Televizyon tabii ki yaşayan bir organizma gibi, çağın koşullarına, ülkenin koşullarına, ülkenin zevk ve beğenilerine evrimleşmesi lazım, seyredilmez aksi takdirde. Özel televizyonlar bir tür işletmedir aynı zamanda. Yatırdığının belli bir katını alacak ki varlığını sürdürsen. Bunun için çok da sevmediğimiz parametrelere uyum gösterdiklerinde, ister istemez o çarkın insanları da buna evriliyor. Nedir o? En çok Türkçe’ye özen göstermeden hızlı konuşmak, ne dediğinin anlaşılmaması… Çoğu zaman genç kızlarımızın, genç erkeklerimizin ne dediklerini anlamıyorum ben artık. Kullandıkları Türkçe’nin nereye gittiğini anlayamıyorum. ‘Duyar kasmak’ diye bir laf var mesela. Ne demek olduğunu ben bilmiyorum ve kulağıma da hiç hoş gelmiyor. Allah aşkına biri bana anlatsın bu ne demek? Ne ara buraya geldi konu? Biz mi oraya evirilmeliyiz, bunu anlayamıyorum ben.