Bu sayımızda Anthaven projemizden komşumuz Enver İrdem ile buluşup keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Eşi ve küçük kızının bir Bodrum seyahati vesilesiyle Ant Yapı ile tanışan İrdem, Anthaven’ı şu cümle ile özetliyor: “Zamanın yavaşladığı, hayatın derinleştiği proje…”
Enver Bey, başarılarla dolu kariyeriniz hakkında genel bilgi sahibiyiz ama Ant Yapı dostları için sizi biraz daha yakından tanımak isteriz. Kendinizden ve ailenizden söz eder misiniz bize?
1958 doğumlu, Bağdat Caddesi çocuğu, Kadıköy Maarif Koleji (1977) ve Boğaziçi Üniversitesi (1981) mezunuyum. 4 yıl Suudi Arabistan çöllerinde bir Amerikan şirketinde mühendislik yaptıktan sonra, 1986’da Türkiye’ye döndüm ve “aynı gün ve aynı saat içinde” hem 33 yıl yöneticilik yapacağım Eczacıbaşı Topluluğu’na girdim hem de 39 yıllık eşim Berna ile tanıştım.
6 yıl önce Eczacıbaşı Topluluğu’ndan yaş haddi nedeniyle emekli oldum. Eczacıbaşı Topluluğu’ndaki çalışma sürecinin her bir gününü büyük bir keyifle yaşadım, gerek Eczacıbaşı ailesi, gerek topluluğun kendisi ve gerekse çalışma arkadaşlarımla “kan uyuşmam”, 33 yılın nasıl aynı kişiler ve kuruluşlarla geçirilebildiğinin tek cevabı olsa gerek.
1999’da benim ısrarım ve girişimim sonucunda kurulan ve 21 yıl kurucu genel müdürlüğünü yaptığım E-Kart Elektronik Kart Sistemleri A.Ş. (Genel kanının aksine, E-Kart’ın başındaki “E” Enver’i değil Eczacıbaşı’nı temsil eder), o dönem Türkiye’nin ilk ve tek akıllı kart üretim tesisi olarak sadece TÜM bankaların kredi kartlarını, her 3 GSM operatörümüzün tüm SIM kartların ve şu an cebimizde olan yeni nesil kimlik kartlarımızı üretmekle kalmadı, aynı zamanda Azerbaycan, Kazakistan, Gürcistan, Moldovya, Ukrayna ve Romanya’nın da olduğu geniş bir coğrafyaya akıllı kartlar sağladı ve sağlamaya devam ediyor.
Eşim Berna ile birlikte İrem ve Ecem adlarında 2 adet çok şirin kız çocuğuna sahibiz. İrem İrdem kendi dalında bir fenomen oldu, Ecem İrdem ise çok yeni mezun ve yaşamını/çalışma hayatını İngiltere’de sürdürüyor.
O denli yoğun bir iş hayatından sonra emeklilik nasıl bir şey? Sanırım danışmanlık da veriyorsunuz bazı firmalara. Bunlardan biraz bahseder misiniz?
Ne yalan söyleyeyim, emeklilik hayatını hiç sevmedim. Ayda 6-7 gün dışında sürekli seyahat eden, iş bağlantıları yapan, ömrü uçaklarda ve otellerde geçen, özellikle sorumluluk taşıyan pozisyonlarda, her gün yeni bir belirsizlik, bir karar anı, bir risk içeren kararların yarattığı adrenalinin verdiği motivasyonla yaşayan bir kişi olarak emekli olmak, yüksek hızda giden bir arabanın birdenbire ivme kaybederek durma noktasına gelmesi gibi bir duygu yaşattı bende.
Son derece kurumsal bir yapı olan Eczacıbaşı Topluluğu’na girdiğim 1986’da, elime verilen ‘İnsan Kaynakları Kitabı’nda hangi yıl ay ve günde emekli olacağım belirtilmiş olmasına rağmen (yani sürpriz olmamasına rağmen), bu yeni dönemin beni bu denli boşluğa düşüreceğini kestirememiştim. Ancak, şunu samimiyetle söylemeden geçemeyeceğim: Bu yeni dönemin en büyük avantajı Anthaven’da bir ev sahibi olmak oldu. Eski tempoda bu asla mümkün olmazdı.
Şu an, internette bir blogda (www.teknolojiningundemi.com/yazar/enver-irdem) teknoloji yazıları yazıyorum ve özellikle siber suçların arttığı şu dönemde, gerek finans kuruluşlarına, gerekse etkilenme sahası içindeki özel firmalara ve kamu kuruluşlarına danışmanlık veriyorum.
Gündelik yaşamınızdan da biraz söz eder misiniz? Başarılı iş insanlarının çok disiplinli olduğu, özel hayatlarında da çok programlı ve hedef odaklı olduğu bilinir. Sizin bir gününüz nasıl geçer mesela?
Başarılı iş insanlarının çok disiplinli olduğu, özel hayatlarında da çok programlı ve hedef odaklı olduğu konusu bence tartışmaya açık… Hiç şüphesiz iş hayatında bu özellikler olmazsa olmaz etkenler. Ancak her başarılı iş insanının özel hayatında da hedef odaklı olduğu söylemi genelleştirici ve yanıltıcı olabilir. Başarı, sadece planlı bir yaşam tarzının değil; aynı zamanda esneklik, sezgi, şans, sosyal çevre ve hatta bazen kaosla başa çıkabilme becerisinin de bir sonucudur. Birçok başarılı girişimci veya yönetici, iş hayatında son derece organize olsa da özel yaşamlarında bu yetkinliklerini sergileme fırsatı bulamayabilirler… Hele Y veya X kuşağı çocukları varsa (gülüyor).
Yetişkin çocuklara sahip bir kişi olarak eşim ve ben hayatımızı/günümüzü “yapılması gerekler”, “keyif verici sosyal anlar”, “bireysel özgürlük alanı” ve “dostlarla iletişim” şeklinde bölerek yaşamayı seviyoruz.
Özel ilgi alanlarınız nelerdir?
Deniz benim için bir tutkudur. 8 yaşımdan beri hep su üstünde giden bir aracım oldu, ama kürekli, ama motorlu, ama yelkenli… Tekne kullanma ve dalma kabiliyetim ve lisanslarım, motor bakımı yapabilmem, balıkçılık konusundaki geniş avlanma potansiyelim, su kayağı becerilerim hep o dönemden kalmadır.
Seyahat de en sevdiğim aktivitelerden birisidir. İş hayatımda çok şanslı bir kişi olarak iş yaşamım bana dünyanın hemen her yerini, her kültürünü görme ve yaşamı tatma olanağı verdi. Bu ülkelerden görmeye değer olanların seyahatlerine Berna da katıldığı için, bunlar birer iş gezisinden öte, keyifli küçük birer tatil de oldu bizim için. Tüm bu ülkeler arasında benim en sevdiğim şehir açık ara İspanya/Barselona oldu. Bir mimari harikadır Barselona, Antoni Gaudí’nin eserleridir Barselona. Sagrada Familia, Park Güell, Casa Batlló gibi yapılar şehrin mimarisine masalsı bir hava katar. Bence Bodruma da benzer Barselona. Akdeniz kıyısında yer alması Barselona’ya hem harika plajlar hem de yumuşak bir iklim kazandırır. Renkli ve canlıdır, sokakları her zaman hareketlidir. La Rambla boyunca yürüyen sokak sanatçıları, tapas barlar, gece hayatı ve festivaller, şehre enerjik ve özgür bir ruh kazandırır. Kısaca Barselona benim için sadece güzel değil; aynı zamanda ruhu olan bir şehirdir. Bir zamanların İstanbul’u gibi… Kendine özgü bir kimliği, enerjisi ve estetiği var olduğu için giden herkesin içinde bir iz bırakır Barselona.
Teknoloji uzmanlık alanınız ve bu alan günümüzde inanılmaz bir ivme kazanmış durumda. Yapay zeka korkusu da had safhada… Teknoloji kullanımı açısından bizlere vereceğiniz en önemli tavsiye ne olurdu?
Son söyleyeceğimi baştan söyleyim: Yapay zekayı tamamen reddetmek de, sorgusuz sualsiz her şeyini kabul etmek de risklidir. En doğrusu bilinçli kullanıcı olmaktır.
Bu ne anlama geliyor?
Önce öğrenin, sonra kullanın: Yapay zeka araçlarını kullanmadan önce temel işleyişlerini, sınırlılıklarını ve risklerini öğrenin. Her çıkan uygulamaya hemen güvenmeyin. Ne veri topluyor? Nerede saklıyor? Hangi amaçla kullanılıyor?
Her söylediğine inanmayın: Yapay zeka sistemleri ‘doğruymuş gibi’ konuşabilir ama bazen hatalı, eksik bilgi sunabilir. Eleştirel düşünme yeteneğinizi koruyun. Mutlaka kaynak kontrolü yapın. Özel bilgilerinizi asla paylaşmayın: Bir yapay zekaya kimlik bilgisi, banka bilgisi, özel fotoğraf gibi kişisel veriler asla vermeyin. Bu verilerin nasıl saklandığını ya da üçüncü taraflarla paylaşılıp paylaşılmadığını bilemezsiniz.
Sadece tüketici değil, üretici de olun: Yapay zekayı sadece video yapmak ya da yazı yazdırmak için değil, öğrenmek, beceri geliştirmek ve yaratıcı üretim için de kullanın. Onu bir ‘yardımcı akıl’ gibi görün, karar verici değil.
Korkmak yerine kontrol etmeyi öğrenin: Teknolojiden korkmak yerine onu anlamak ve sınırlı alanlarda kullanmak sizi daha güçlü kılar. Ne kadar bilinçli olursanız, o kadar az manipüle edilirsiniz.
Son olarak, asla unutmayın: Yapay zeka, sadece veri analizi değil, aynı zamanda tamamen otonom kararları verme ve kendi yazılımlarını kendi kendine geliştirme potansiyeline de sahiptir. Bu nedenle, bu tür teknolojilerin etik sınırları ve kontrolü ciddi tartışma konusudur. 2 yıl önce, bir simülasyon esnasında, kendisine verilen konutu ‘beğenmeyen’ SİHA’nın dönüp (tabii ki sanal olarak) emri veren askeri üssü vurmaya çalıştığı, bu önlenince ise operatör ile arasındaki iletişimi sağlayan kuleyi vurduğu unutulmamalıdır.
Yapay zeka, ne bir kurtarıcı ne de bir felakettir. Onu nasıl kullandığınız belirleyici olur. Korkmak yerine öğrenin, sorgulayın ve kendinizi donatın. Kontrollü ve bilinçli bir kullanıcı olmak, bu çağın en güçlü savunmasıdır.
Son olarak, Ant Yapı ile nasıl tanıştınız? Şu an Anthaven’da oturuyorsunuz, Anthaven ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Ant Yapı’yı ilk olarak Alaçatı projesinde evleri olan baldızım ve bacanağımdan duymuştum. Daha sonra tamamen bir tesadüf eseri, eşim ve küçük kızım bir Bodrum seyahati sırasında Ant Yapı’nın Aspat’ta bir projeye başlayacağını duymuşlar, gelip Menekşe Hanım’dan randevu alıp konuşmuşlar. İstanbul’a dönüp bana bahsettiklerinde açıkçası çok da ümit beslememiştim, zira beğendiğimiz her yer opsiyonluydu. Yine de şansımızı denemek için Ant Yapı’nın İstanbul ofisine gittiğimizde Mehmet Bey’in bizimle görüşme istediği bilgisini aldık, o gün el sıkıştık ve hayatımızın en iyi kararlarından birini verdiğimizi her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Anthaven, sadece bir konut projesi değil; yaşamla, doğayla ve estetikle kurulan özel bir bağ. Anthaven’ı benzersiz yapan şey, ‘tatil’ ve ‘yaşam’ kavramlarını aynı çatı altında birleştirmesi değil, Anthaven’ın, “zamanın yavaşladığı, hayatın derinleştiği” benzersiz bir proje olması.
Anthaven, denizin kıyısında değil, huzurun merkezindedir…
Anthaven her sabah denizle uyanmak, her akşam yıldızlarla uyumak isteyenlere özel bir yerdir…
Anthaven Ant Yapı’nın ustalık eseridir…
“Önemli olan; nerede olduğun değil, kim olduğun ve neye katkı sunduğundur”
Bugün ülkemizde çok iyi okullarda okuyan parlak gençler var. Ancak ülkenin gidişatı malum. Pek çok genç kapağı yurtdışına atmanın derdinde. Bazıları da ülkesinden vazgeçmek istemiyor. Kendi yaşam ve iş tecrübelerinizle bu gençlere neler önerirsiniz?
Bu çok önemli ve duygusal derinliği olan bir soru. Evet gerçekten gençlerin bir ayağı bavulda, bir yanı memlekette… İşte bu durumda kendi yaşam ve iş tecrübelerimden yola çıkarak onlara verilebilecek samimi, gerçekçi ve dengeli bir mesaj şöyle olabilir:
“Gitmek cesarettir, kalmak da öyle. Mesele, hangi kararı bilinçle ve sorumlulukla aldığınızdır.”
Birçok genç gibi ben de zaman zaman yurtdışına gitmeyi düşündüm. Yeni fırsatlar, daha adil sistemler, gelişmiş ülkelerin sunduğu olanaklar elbette cazipti. Ama özellikle yurtdışında çalıştığım dönemde gördüğüm (ve hiç hak etmediğim) ‘3.dünya ülkesi vatandaşı’ muamelesi, kalmanın daha anlamlı bir mücadele olduğuna inandırdı beni. Şurası bir gerçek: Her iki yolun da zorlukları ve ödülleri var.
Şunu açıkça söyleyeyim: Yurtdışına gitmek asla bir kaçış değildir. Gitmek, öğrenmek, kendini geliştirmek, dünyayı görmek çok değerli. Ama eğer sadece ‘buradan kurtulmak’ hissiyle gidiyorsan, başka bir ülkede aradığını bulamayabilirsin. Çünkü hangi ülkeye gidersen git, sen kendini de yanında götürüyorsun. Üstelik o yabancı ülkede hep ‘yabancı’sın.
Ülkede kalmak da sadece ‘mecburiyet’ değil, bilinçli bir tercih olabilir. Zor şartlarda da olsa bir şeyleri değiştirmek, katkı sunmak, bir değer üretmek… Bazen küçük bir başarı bile burada daha büyük anlam taşır. Ama bunun da sabır ve direnç istediğini unutmamak lazım.
Gençlere birkaç net önerim şunlar olur:
- Gitmek istiyorsan, planlı git. Dilini çok iyi öğren, mesleğini geliştir, kültür farklarını öğren. Sadece ‘kaçmak’ için değil, ‘büyümek’ için git.
- Kalacaksan, iz bırak. Şikayetle değil, üretimle. Sadece tüketen değil, katkı sunan biri ol. Küçük de olsa bir fark yaratmak, sadece sana değil çevrene de umut verir.
- Git ve dön, bu da bir yol. Gidebilmek ayrı bir beceri, dönebilecek cesareti göstermek başka bir erdem. Ülkeni uzaktan sevmek bazen onu içeriden değiştirmekten daha kolaydır ama daha etkili olmayabilir.
- Kendini bir yere değil, bir değere bağla. Nerede yaşarsan yaşa, değerlerin, emeğin, karakterin senin gerçek adresindir.
Sonuç olarak, hayat bir yolculuk…. Kimimiz bu yolu başka ülkelerde, kimimiz bu topraklarda yürürüz. Ama önemli olan; nerede olduğun değil, kim olduğun ve neye katkı sunduğundur. Yolun açık olsun, her neye karar verirsen…