Pek çoğumuz yaşam boyu öğrenir, öğrendikçe değişiriz. Bazılarımız ise yaşamlarıyla dünyayı değiştirir. Yaşadığı çağa damgasını vuran Güney Afrika’nın efsane lideri Nelson Mandela gibi. Onun sıra dışı yaşamı, 20. yüzyılın en etkileyici öykülerinden biri kuşkusuz.
Beyazların üstün ırk olarak acımasızca yönettiği Güney Afrika’da, adını pek kimsenin bilmediği Thembu isimli küçük bir kabilede 1918 yılında doğdu Mandela. Kabilenin reisi olan babası ona, sözlük anlamı bir ağacın görkemli dalı olan Rolihlahla ismini verdi. Bu isim aynı zamanda baş belası anlamına geliyordu ki kabilenin şefi olan babası dahil hiç kimsenin aklına, bu minicik bebeğin bir gün ırkçı beyaz yönetimin başına bela olup Güney Afrika’daki rejimi yerle bir edeceği gelmemişti.
Artık tüm dünyanın bildiği Nelson ismini ise okula başladığı ilk gün ona İngilizce öğretmeni verdi. Zira o zamanlar sömürgeci konumundaki İngilizler isimleri teleffuz edemediği için çocuklara İngilizce isimler de veriliyordu.
Mandela’nın en sevdiği ve dostlar arasında kullanılan Madiba ismi ise kahramanlığıyla ünlü bir kabile şefinin adıydı. Afrikalıların geleneklerine göre bir çocuk yetişkinliğe törenle adım atar ve bir isim daha alır. Bu isim, artık belirginleşen kişiliğini tanımlar. İşte Mandela da 16 yaşına girdiğinde ona “Bir konseyin kurucusu, organize eden kişi” anlamlarına gelen Dalibhunga ismi verildi.
Annesi Hristiyan Metodist mezhebine bağlı olduğundan, Metodist yatılı okullarda okudu. Ardından da Güney Afrika’da siyahların okumasına izin verilen tek üniversitede hukuk eğitimi gördü.
Yerli halkın beyazlara karşı hak mücadelesini savunan Afrika Ulusal Kongresi’ne (ANC) temsilci olarak ilk kez katıldığında yıl 1943, Mandela ise 25 yaşındaydı.
İlk avukatlık bürosunu 1952 yılında Johannesburg’da açtı. O yıllar, ırk ayrımcılığının acımasız yüzünü sakınmadan gösterdiği zamanlardı. Çiçeği burnunda bu genç avukat, ülkesinin acılarına sessiz kalamıyor, Afrika Ulusal Kongresi’nde canla başla çalışıyordu. Rejimin ırk ayrımcılığına dayalı (Apartheid) politikaları sertleştikçe Mandela’nın görüşleri de bir o kadar radikalleşiyordu. Daha militanca bir örgütlenmeyi savunan Mandela, defalarca tutuklandı, siyasi faaliyetlerde bulunması yasaklandı.
Beyazların ve siyahların beraber yaşadığı bir Güney Afrika hayalini paylaşan Güney Afrikalı muhalif beyazlarla yakınlaştı ve Apartheid’a karşı bir kampanya başlattı.1956 yılında 155 eylemciyle beraber vatana ihanetle suçlandı ama bu düzmece suçlamalar, dört yıl süren duruşmaların ardından düştü. Rejimin acımasız politikaları, umulanın aksine, ırk ayrımcılığına karşı direnişin, her geçen gün çığ gibi büyümesine yol açıyordu aslında.
Tüm bunlar olurken Mandela bir yandan da ilk eşi Evelyn Mase ile evlenmiş, üç çocuk sahibi olmuş ve 13 yıllık evliliği 1957’de son bulmuştu.
Mandela, 1958 yılında Winnie Madikizela’yla evlendi. Ancak ANC’nin 1960’ta yasa dışı ilan edilmesiyle, diğer parti üyeleriyle beraber illegal bir yaşamın içinde buldu kendini. İllegalite ve hapisle gölgelenen ikinci evliliği, aslında neredeyse yaşanmadan yıllarca sürse de sonu yine ayrılık oldu.
1960’lara gelindiğinde ırk ayrımcılığı iyice keskinleşmişti; 69 siyahın polis tarafından öldürüldüğü Sharpeville katliamı, dönüm noktası oldu. Barışçı yollarla demokratik bir Güney Afrika hayalinin de sonunu getirdi. O sırada ANC’nin Başkan Yardımcısı olan Mandela, silahlı mücadele kararının verilmesinde etkin bir rol oynadı. Hükümeti devirmekle ve halkı kışkırtmakla suçlanıp hapse atılması ise uzun sürmedi.
Mandela, Afrika Ulusal Konseyi’nin on üyesiyle birlikte ünlü Rivonia Davası’nda yargılandı. Nelson Mandela, ömür boyu hapse mahkûm edildiğinde 1964 yılının kışıydı ve artık 46 yaşındaydı. 1982 yılında Pollsmoor Hapishanesine nakledilinceye dek, Cape Town’ın açıklarındaki Robben (Fok) Adası’nda tam 18 yıl tutsak kaldı.
Mandela ve diğer ANC liderleri ya hapiste ya da sürgündeydi ama Güney Afrika’da direniş güçlenerek sürüyordu. Yüzlerce insanın öldürüldüğü, binlercesinin yaralandığı direnişin sembolü ise Robben Adası’ndaki ünlü mahkûm Mandela’ydı.
Sürgünde olan eski ortağı Tambo, 1980 yılında Mandela’nın serbest bırakılması için uluslararası bir kampanya başlattı. Uluslararası toplum, Güney Afrika’daki ırkçı rejime karşı ilk kez 1967 yılında yaptırım uygulamaya başladı ama bu baskılar ancak 1990’da sonuç verdi. Hükümet, uluslararası toplumla uzlaşabilmek için işbirliği yapabileceği tek siyah liderin Mandela olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
ANC’nin siyaset yasağı kaldırıldı, Mandela tam 27 yıl sonra serbest bırakıldı ve Güney Afrika’da tüm ırkları temsil eden bir demokrasi kurulması için resmi düzeyde görüşmeler başladı. 1993’te Mandela ve Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin son Devlet Başkanı F. Willem de Klerk, Nobel Barış Ödülü’ne değer görüldü.
Bundan beş ay sonra Güney Afrika tarihinde ilk kez tüm ırklardan adayların katıldığı demokratik seçimler düzenlendi ve Mandela ezici çoğunlukla devlet başkanı seçildi. De Klerk ise aktif siyasetten çekildiği 1997 yılına kadar Mandela’nın başkan yardımcılığını yaptı.
Nelson Mandela’yı çağının liderlerinden biri yapan ırkçı rejime bile hoşgörünü esirgememesiydi. Bir röportajında bu tavrının gerekçesini şu sözlerle ifade edecekti: “Eğer onları affetmezsek, kırgınlık ve intikam duyguları hep var olacaktır. Biz ise, geçmişi unutmalı, şimdiye ve geleceğe bakmalıyız. Ama geçmişte yaşanan acımasızlıkların da bir daha yaşanmasına asla izin vermemeliyiz.”
Mandela devlet başkanı seçildiğinde 76 yaşındaydı. Özgürlük ve demokrasi mücadelesine bir ömür adamıştı. Pek çoklarının artık huzurdan başkasını davet etmediği hayatının bu son döneminde onu bu kez başka bir mücadele bekliyordu: Yoksullukla ve eğitimsizlikle savaş.
Mandela, 80. doğum gününde Graca Machel’le üçüncü evliliğini yaparken hükümet işlerindeki sorumluluğu da gençlere bıraktı. Kendisi de dünya çapındaki saygınlığından güç alarak Güney Afrika’nın yeniden inşası için uluslararası destek arayışına çıktı. Öncelikle ülkedeki çokuluslu dev şirketleri, yatırımlarını sürdürmeye, yenilerini ise yatırım yapmaya ikna etti. 89. doğum gününde dünyanın en zor sorunlarının çözümünde danışmanlık yapmak üzere, Mandela Modeli olarak anılan “Akil Adamlar” grubunu oluşturdu. Oğlu Makgatho’nun 1995’te ölümünden sonra tüm dünyada dikkat çeken bir kampanyaya öncülük etti. Mandela, AIDS konusundaki tabuların hakim olduğu ülkesinde, oğlunun AIDS’den öldüğünü açıkladı ve Güney Afrikalıları, “AIDS’in normal bir hastalık olduğunu kabullenmeye, bu hastalığı konuşabilmeye” çağırdı.
Mandela’nın halkıyla son kucaklaşması ise 2010 Dünya Kupası’nın kapanışında oldu. Artık hastalıklarla boğuşmaya başlayan Mandela zamanını doğduğu yerin yakınlarındaki Qunu köyünde geçiriyordu. Bedeni ve belleği yıllara yenik düşse de hiç eksilmeyen ziyaretçilerini büyük bir keyifle ağırlıyordu.
5 Aralık 2013’te 95 yaşında hayata veda ettiğinde ise arkasında özgür bir ülke, umutlu bir nesil ve daha güzel bir dünyanın ilhamını bırakmıştı.