Himalayalar’dan Alpler’e uzanan fay hattı üzerinde bulunan Anadolu topraklarında yüzyıllardır yaşanan depremler maalesef çok büyük mal ve can kayıplarına sebebiyet verdi.
Sadece Cumhuriyet tarihimizdeki (küçükleri hiç saymayarak) büyük depremlere bakacak olursak;
1939 yılında 7,9 büyüklüğündeki Erzincan depremi en büyük deprem olarak kayda geçti ve 33.000 kişi hayatını kaybetti. 1976 yılında 7,5 büyüklüğündeki Van depreminde 3.480 kişi, 1999 yılında 7,4 büyüklüğündeki Marmara Gölcük merkezli depremde 17.000 kişi ve 2023 yılında 7,7 büyüklüğündeki Kahramanmaraş merkezli peş peşe gelen iki depremde ise 50.000’den fazla canımızı kaybettik.
Bu arada çeşitli tarihlerde Kastamonu, Bolu, Gerede, Hakkâri gibi merkez üslerde 7’nin üstünde büyüklükte birçok deprem gerçekleşti ve büyük can ve mal kayıplarına uğrandı.
Dünya coğrafyası ölçeğinden en büyük depremlere bakacak olursak;
1960 yılında 9,5 büyüklüğünde Şili’de olan deprem, Pasifik kıyılarını vurarak tsunami oluşturdu ve dünya tarihinin en büyük depremi olarak kayda geçirildi. 1964 yılında 9,2 büyüklüğündeki Alaska depremi hem toprak kaymaları hem de devasa dalgalar ile büyük yıkımlara sebep oldu. 2004 yılında Endenozya’da yaşanan 9,1 büyüklüğündeki deprem, Hint Okyanusu’nda dev bir tsunamiye yol açarak 230.000’den fazla insanın hayatına mal oldu. 2011’deki 9 büyüklüğündeki deprem ise Japonya tarihinin en yıkıcı depremi olarak kayda geçirildi.
Burada özellikle Japonya’ya bir parantez açmak gerekir. Tam fay hatlarının üzerinde bulunan adalardan oluşan ülke, deprem afetlerinden çok çekmiş ancak bu depremlerden ders alarak tedbirlerini hızla almışlar ve son yıllarda hala büyük depremler yaşamalarına rağmen çok az mal ve can kaybı ile bu afetleri atlatmayı başarmış durumdalar. En son yapılan araştırmalarda, 9 ve üstü büyüklükteki depremlerde hem altyapı ve mal kayıplarının çok azalmasını hem de can kayıplarının 10.000 kişinin altında kalmasını öngörüyorlar.
Hem kendi tarihi kayıplarımıza hem de dünyada yaşanan deprem felaketlerine ve gelişen sistemlere bakarak ülkemizde olası depremlere karşı alınması gereken önlemleri ve gerçekleri irdelemek gerekiyor.
Türkiye’de son dönemde 1998, 2007 ve 2019 yıllarında çıkarılan deprem yönetmelikleri ile her büyük doğal afet sonrası ek önlemler alınarak hasarları en aza indirgemek amacıyla çalışmalar yapıldı ve uygulamaları takip etmek için tedbirler alındı.
Bugün itibarıyla yapılan araştırmaların gösterdiği durum şu: Maalesef mevcut yapı stoğumuzun yüzde 70’i 2000 yılı öncesi şartnameler kapsamında inşa edilmiş durumda. 2000 yılından sonra yaşanan depremlerde, yeni yönetmeliğe göre yapılan binalarda depremde hasar görme oranındaki düşüş de bunun ispatıdır.
Buradan çıkan sonuç ise hızla eski yapıların yenilenmesi gerekliliğidir. Yani kentsel dönüşüm projelerine kamu ve özel sektörün elbirliği ile çözüm üretmesi ve bu konuda çok hızla adımlar atılması kritik önem taşıyor.
Tüm deprem uzmanları ve otoriteler, iki konuda mutabıklar: Gelecekte şiddeti ve tarihi belli olmayan yeni büyük depremler yaşayacağız ve yapı stoğunun hızla yenilenmesi için acilen harekete geçilmesi gerekiyor.
Biz Ant Yapı olarak bugüne kadar ülkemizde inşa ettiğimiz tüm binaları, 1998 yılı ve sonrasındaki yönetmeliklere göre gerçekleştirdik ve gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Bu arada çok yakında izin safhasında olan Beylerbeyi Kirazlıtepe’deki yerimizde kısmen kentsel dönüşüm kapsamında bir projeyi de hayata geçireceğiz. Yani bir anlamda elimizi taşın altına koyarak bu hedefe katkı sağlamaya ve sağlam binalar üretmeye devam ediyoruz.
Yukarıda bahsi geçen çalışmaların hızla yapılması, güzel ülkemizde bir daha büyük hasarlı ve can kayıplı doğal afetler görmemek en büyük dileğimiz.
MEHMET OKAY
Yönetim Kurulu Başkanı