Ekim ayında açıklanan 2024 Nobel Ödülleri ülkemizde büyük coşkuyla karşılandı. Ünlü Türk iktisatçı ve MIT profesörü Daron Acemoğlu, Orhan Pamuk (2006-Edebiyat) ve Aziz Sancar’ın (2015-Kimya) ardından Türkiye’ye Nobel Ödülü kazandıran üçüncü isim oldu. Biz de Nobel’in tarihinde kısa bir gezintiye çıkıp Nobelli 3 Türk’ü mercek altına aldık.
ESEN DOLMA
Yazının ilerleyen satırlarında Acemoğlu’nun hepimizi gururlandıran hikayesini anlatmadan önce, gelin, ismini İsveçli kimyager Alfred Nobel’den alan Nobel Ödülleri’nin ortaya çıkışından bahsedelim. Alfred Nobel, 1800’lü yılların ortalarında çok önemli bir icadın altına imzasını atıyor. İnşaat makinelerinin ve teknolojinin bu kadar ilerlemediği, madencilik ve inşaat sektöründe kas gücünün yoğun olarak kullanıldığı o yıllarda Nobel, bu durumun işlerin aksamasına, sarkmasına ve daha maliyetli hale gelmesine neden olduğunu fark ediyor. Ve bu sorunu çözmek için TNT ya da hepimizin bildiği adıyla dinamiti icat ediyor.
Dinamitin mucidi, savaş ustası oluyor
Nobel, bu buluşuyla işlerin hızlanacağını ve kolaylaşacağını düşünüyor. Öyle de oluyor… Dinamit sayesinde trenlerin gideceği tüneller veya yeni yollar çok daha hızlı açılıyor, madencilik kolaylaşıyor. Nobel, dinamit sayesinde kısa sürede dünyanın en zengin bilim insanlarından biri haline geliyor. Ancak Nobel’in servetinin tek kaynağı inşaat ve madencilik sektörleri olmuyor. Dinamitin gücünü fark eden ülkeler dinamiti savaşlarda kullanmaya başlıyor. Nobel ise istemeye istemeye de olsa bir anda dünyanın en büyük savaş ustalarından biri haline geliyor.
“Ölüm taciri öldü!”
1895’te ise çok garip bir olay yaşanıyor. Çıkan bir söylentiye göre, Alfred Nobel ölüyor ve Fransa’daki tüm gazeteler bu haberi ilk sayfalarından veriyor. Oysaki Nobel, aslında o sırada Fransa’da yaşıyor. Tabii, sabah gazetesini eline aldığında, büyük bir şaşkınlık yaşıyor Nobel. Bütün gazetelerde aynı başlık yer alıyor: “Ölüm taciri öldü!” Bu, Nobel’in bir gün gerçekten de öldüğünde arkasından “ölüm tüccarı”, “layığını buldu”, “Azrail’in işbirlikçisi” denileceğini anlamasına neden oluyor. Nobel, büyük bir ruhsal bunalıma giriyor. Zaten bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra da hayatını kaybediyor.
Nobel’in vasiyeti ile ödüller başlıyor
Ancak Nobel, ölmeden önce bir vasiyetname bırakıyor. O güne kadar hiçbir zengin insanın sahip olmadığı bir vasiyet bu… Bugünkü karşılığı 250-300 milyon dolar olan devasa bir servete sahip Nobel, vasiyetinde bütün mal varlığının Nobel Fonu’na devredilmesini ve bu fondan elde edilen gelirin de her yıl “insanlığa en büyük faydayı sağlayan” kişilere bölüştürülmesini istiyor. Bu vasiyet doğrultusunda Nobel Vakfı kuruluyor ve bu vakıf, her yıl beş ana başlık altında ödül verilmesine karar veriyor: Fizik, kimya, fizyoloji/tıp, edebiyat ve barış. Ödüller ilk kez 1901 yılında veriliyor. 1969’da ise İsveç Merkez Bankası’nın 300’üncü yılını kutlamak için yeni bir alanda daha ödül verilmeye başlanıyor: Alfred Nobel Anısına Sveriges Riksbank Ekonomi Bilimleri Ödülü ya da kısaca Nobel Ekonomi Ödülü.
Nobel Ödülü alan 3. Türk: Daron Acemoğlu
Geçen günlerde Daron Acemoğlu Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülerek Nobel Ödülü alan üçüncü Türk oldu. İsveç Kraliyet Bilimleri Akademisi, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nü ulusların refah toplumlarına dönüşmesi üzerine çalışmaları nedeniyle Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James A. Robinson’a verdi. Akademinin ekonomi ödülü komitesinden yapılan açıklamada “Ekonomi bilimlerinde bu yılın ödül sahipleri, uluslar arasındaki refah farklılıklarını anlamamıza yardımcı oldular. Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Robinson bir ülkenin refahı için toplumsal kurumların önemini ortaya koydular. Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ve halkı sömüren kurumların bulunduğu toplumlarda büyüme ya da daha iyiye doğru değişim gerçekleşmez. Ödül sahiplerinin araştırmaları bunun nedenini anlamamıza yardımcı oluyor” ifadeleri kullanıldı.
En çok atıf yapılan 10 iktisatçıdan biri
Acemoğlu’nun hikayesine gelecek olursak… İstanbul’da 1967’de doğan ve Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra İngiltere’de York Üniversitesi ve London School of Economics’te iktisat eğitimi alan Acemoğlu’nun 1988’de vefat eden babası Kevork Acemoğlu, Türkiye’nin tanınmış ticaret hukuku uzmanlarından biriydi. 1991’de vefat eden annesi, Kadıköy Aramyan Uncuyan Okulu’nun eski müdürlerinden İrma Acemoğlu ise şair ve edebiyatçı kimliğiyle tanınıyordu.
Dünyada kendisinden en çok alıntı yapılan 10 iktisatçıdan biri olan Daron Acemoğlu, 2001’de Avrupa Ekonomik Kuruluşu tarafından yaptırılan bir araştırmada, dünyanın en önemli 1000 ekonomisti arasında 12’nci sırada yer aldı. 2005’te ‘Nobel Ekonomi Ödülü’nün habercisi’ olarak görülen John Bates Clark Madalyası’na layık görüldü. 2007’de, başarılı politikacı, sanatçı ve bilim insanlarının kabul edildiği en üst düzey kurum olarak tanınan Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’ne seçildi.
Askeri darbe sonrası bir ergenlik çağı
Ekonomi politik alanındaki çalışmalarıyla tanınan Acemoğlu, halen Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde ekonomi profesörlüğü görevini devam ettiriyor. Uzun zamandır birlikte çalıştığı Simon Johnson ve James A. Robinson ile birlikte yazdığı onlarca makale bulunuyor. Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri (2006), Ulusların Çöküşü (2012) ve Dar Koridor (2019) ise Robinson ile birlikte yazdığı kitaplardan.
1967 doğumlu Acemoğlu, geçmiş röportajlarında “demokrasi, siyasi kurumlar ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki ve diktatörlük baskısı gibi çalışma konularını ergenlik çağında, özellikle yakın zamanda askeri darbe yaşamış bir ülkede büyürken merak etmeye başladığını” söylemişti. Ödülün açıklanmasının ardından düzenlenen basın toplantısında ise ödülü kazanmanın “büyük bir sürpriz ve onur” olduğunu söyleyerek “İyi bir kariyere sahip olmayı hayal ediyorsunuz ama bu ödül bunun da ötesinde bir şey” ifadelerini kullandı.
İlk Nobel, edebiyat alanında Orhan Pamuk’un oldu
Acemoğlu dışında Nobel Ödülü kazanan iki Türk daha bulunuyor. Bunlardan ilki 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazar Orhan Pamuk. Pamuk, tıpkı kendisininki gibi Nişantaşı’nda süren bir hayatı anlattığı ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları (1982) ile Milliyet Yayınları Roman Yarışması ile Orhan Kemal Roman Armağanı’nda birinci oldu. Venedikli bir köle ile bir Osmanlı alimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan Beyaz Kale romanı (1985) ise başta İngilizce olmak üzere pek çok dilde yayımlanmasıyla Pamuk’a uluslararası ününü sağlayan ilk romanı oldu. Yazarın modern ve postmodern tarzı edebiyat çevrelerinde çokça tartışılırken Guardian gazetesinden John Updike “hem çok satan hem de öncü yenilikçi bir kalem” olarak değerlendirdi Orhan Pamuk’u. Zaten yazar da Nobel Edebiyat Ödülü’ne kadar pek çok başka ödüle layık görüldü.
Benim Adım Kırmızı (1998) kitabı ona yurtdışından üç büyük ödül getirdi. Kar (2002) 2004’te New York Times Book Review tarafından Yılın En İyi 10 Kitabı’ndan biri seçildi. Pamuk, 2005 yılında Alman Yayıncılar Birliği tarafından Barış Ödülü almaya hak kazandı. Aynı yıl İngiliz The Independent tarafından da edebiyat dalında yılın kahramanı seçildi. Romanları 34 dile çevrilen ve yüzbinlerce satan Pamuk’u bazı eleştirmenler Kafka, Borges, Calvino, Marquez gibi yazarlarla karşılaştırdı. 2006 yılında ise Nobel jürisi, Pamuk’un “İstanbul’un melankolik ruhunu araştırma yolunda, kültürlerin çatışmaları ve birbirleriyle iç içe geçmesinde yeni semboller bulduğunu” belirtti ve yazarı Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık gördü.
2. Nobel kimyada Prof. Dr. Aziz Sancar’a verildi
İkinci Nobel’imiz ise Prof. Dr. Aziz Sancar ile 2015 yılında geldi. 1969 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olan Sancar, önce bir hekim olarak Türkiye’de hizmet verdi, ardından bir NATO-TÜBİTAK bursu ile önce Johns Hopkins, sonra da Texas Üniversitesi’ne gitti. Danışmanı Claud Rupert ile photolyase (fotoliyaz) olarak adlandırılan bir geni klonladı ve genetik mühendisliği ile bakterilerde çok yüksek oranlarda çoğalttı. Bu genin kodladığı enzim ultraviyole ışıkları ile zarar gören DNA’nın onarımını yapmaktaydı. Bu buluş Sancar’ın önce master, ardından doktora derecesi almasını sağladı ancak bir postdoc pozisyonu hemen mümkün olmadı.
Yılmayan Sancar önce teknisyen, ardından postdoc olarak 1977-1982 yılları arasında Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalıştı. Proje desteği olmadığı için photolyase enzimi araştırmalarına bir süre için ara verdi. İşte bu dönemde nükleotit kesim onarımı araştırmaları başladı ve bu çalışmaları Nobel ile sonuçlandı. 2015 Nobel Kimya Ödülü “hücrelerin hasarlı DNA’yı tamir ederek genetik bilgiyi nasıl koruduklarını moleküler düzeyde haritalayan” çalışmaları ile Aziz Sancar’ın da aralarında bulunduğu üç bilim insanına verildi.
Nobel’e aday olan Türkler
Tabii, Türkiye’nin Nobel macerası bu üç isimden ibaret değil. İnce Memed, Yer Demir Gök Bakır gibi romanların yazarı Yaşar Kemal Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk Türk yazar. Türkiye’den Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk kadın yazar ise 2002 yılında Leyla Erbil. 2008 yılında ise o yıl yaşamını kaybeden yazar İlhan Berk, Nobel adayı olarak gösterildi.
Ayrıca araştırmalarını ABD’de yürüten ve ‘sıvı metal’ teknolojisi ile cep telefonunda devrim yapan Dr. Atakan Peker, kalp hastalıkları ve diyabete kalıcı çözüm peşinde koşan Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, ölümcül Alexander hastalığına gen tedavisi geliştiren Doç. Dr. Bahri Karaçay, mobil teknolojilerin geleceğine yön veren Prof. Dr. İlhan Akyıldız de Nobel’e aday olan Türk bilim insanları arasında yer alıyor.
Bu yıl Acemoğlu’na verilen ödülle birlikte ise Türkiye’den üç önemli isim Nobel kazanmış oldu. Büyük bir vicdan azabının eseri de denebilecek Nobel Ödülleri, hemen her yıl adayları ve kazananlarıyla çok konuşuluyor. Biz de her yıl 10 Aralık’ta yapılan ödül töreninde, önceki yıllardan farklı olarak bu yıl Daron Acemoğlu’na ödülünün takdim edildiği anları izlemeyi bekliyoruz.
Türkiye’den unutulan bir Nobel ödüllü yazar
Herkes Acemoğlu’yla birlikte Türkiye’ye üçüncü Nobel Ödülü’nün geldiğini söylese de bu topraklardan çıkmış bir başka Nobel Ödüllü yazar daha var: Yorgo Seferis (Georgios Seferiades). 1963 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Seferis, İzmirli bir Rum ailenin oğluydu. Diplomat ve şair Seferis, 1900 yılında İzmir, Urla’da doğdu. Anne ve babasıyla 1914 yılında Atina’ya göç eden Seferis’in ailesinin geri kalanı da mübadele döneminde Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldı. 1950’ye kadar memleketi İzmir’e geri dönmeyen Seferis, 1963 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldüğünde komite onun ödülü, “Helen dünyasının kültüründen ilhamını alan seçkin ve lirik edebiyatı” nedeniyle aldığını açıklamıştı.