‘DOĞRU BİR DİLLE HERKESE HER ŞEY SÖYLENEBİLİR’

2014 yılından bu yana Ant Yapı’nın iletişim partneri olan Artı İletişim Yönetimi’nin ortaklarından biri Esra Şengülen Ünsür, 25 yıldan uzun süredir sektörde olan bir iletişim uzmanı. Kendisini yakından tanıdık, iletişim tüyoları aldık ve ona “Ant Yapı’yla çalışmak sizin için ne ifade ediyor?” diye sorduk.

ÖZDE GÖZLER

Esra Hanım, biz sizi yakından tanıyoruz elbette ama öncelikle EQ Dergi okurları için siz kendinizi biraz tanıtır mısınız?

1977 Söke doğumluyum. Marmara Üniversitesi Fransızca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. 25 yıldan uzun süredir iletişim sektöründeyim. 2005’ten bu yana Artı İletişim Yönetimi’nin yönetici ortaklarından biriyim. Türkiye’nin ilk nöro araştırma şirketi Thinkneuro’nun kurucu ortakları arasında yer alıyorum. Reklam ve Pazarlama İletişimi Derneği (REPİD) İcra Kurulu ve Reklam Özdenetim Kurulu üyesiyim. İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği İDA ile Teknolojide Kadın Derneği Wtech’in etik kurullarında yer alıyorum. Ayrıca uluslararası iletişim danışmanlığı birliği ICCO’nun yeni oluşumu Global Women’ın PR ekibinin de üyesiyim. T24’e iletişim eksenli yazılar yazıyorum. Evliyim. Bir oğlum ve üç kedim var.

Artı İletişim Yönetimi neler yapar, çalışma alanlarınız nelerdir? Dijital çağa geçişle beraber yaptığınız işler nasıl şekillendi?

Artı İletişim Yönetimi, bir iletişim danışmanlığı şirketi. Hizmet verdiği kurumlara iletişimin her alanında yoldaşlık yapıyor, danışmanlık ve uygulayıcılık hizmetleri veriyoruz. Kendi sektörünün itibarı yüksek ve iletişim yatırımının değerine inanan markalarla çalışmayı tercih ediyoruz. Aynı sektörden rakiplerle çalışmama prensibimiz doğrultusunda da çok farklı sektörlerden oyuncularla birlikte çalışıyoruz. Bugün portföyümüzde finanstan otomotive, perakendeden teknolojiye, eğitimden sivil topluma pek çok sektörün güçlü temsilcileri var.

Dijital çağa geçişin en başında, küresel dinamikleri yakından takip eden ve teknoloji temelli iletişim hizmeti veren güçlü bir network olan Text100 ile başarılı bir know-how alışverişimiz oldu. Henüz sosyal medya kavramı uzaktan duyulan bir ayak sesiyken, Artı’ya eğitimler veren bir ekiple birlikte altyapımızı oluşturmayı başardık. Dijitalleşme, profesyonel dünyamıza sadece bir yöntem değil, bir içerik ve dil devrimi getirdi. Biz de o girişi başarıyla yapabildik. Thinkneuro’nun bize kazandırdığı yepyeni bakış açıları, görsel dünyaya dair bilgiler ve Text100’ün kattıkları ile Artı, dijital iletişime ilk adapte olan iletişim şirketlerinden biri olmayı başardı.

Ant Yapı ile ne zaman, nasıl tanıştınız? Şu an iş ortaklığınız kapsamında neler yapıyorsunuz? Ant Yapı ile birlikte çalışmanın sizin tarafınızdaki en büyük motivasyonu nedir?

Ant Yapı ile 2014 yılından bu yana çalışıyoruz. Sevgili reklamcı dostumuz Necmiye İşgören’in aracılığıyla Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Okay’la tanıştığımız bir toplantının ardından çalışmaya başladık. O zamandan bu yana da Ant Yapı’nın heyecan verici başarıları, iddialı projeleri ve pek çok iletişim başlığında birlikte çalışıyoruz.

Biz iletişimciler her ne kadar kurumlara hizmet versek de yaptığımız işin temelinde insan ilişkisi yer alıyor. Birlikte çalıştığımız kurumların temsilcileri ile kurduğumuz ilişkide güven, samimiyet ve transparanlık oluşmuşsa, sadece kurumun iletişimi başarılı olmuyor, birlikte çalışmanın motivasyonu da hep yüksek kalabiliyor. Artı’nın Ant Yapı ile arasındaki ilişkide de bu temel üç değer kısa süre içinde kuruldu ve uzun yıllar bunu hiç zedelemeden bugünlere geldik. Dileriz, Ant Yapı’nın nice başarılarının paydaşı olmaya devam ederiz.

İletişim, günümüz iş dünyasının en önemli unsurlarından biri. Siz de deneyimli bir iletişimcisiniz. Bu anlamda ‘doğru’ iletişimin sırlarını paylaşır mısınız bizimle?

İletişimin; siyaset, ekonomi ve futbol gibi herkesin çok iyi bildiğini düşündüğü bir alan olduğunu görüyoruz. Bu kadar bilindiği sanılan bir alan da doğal olarak aslında bilinmiyor. Çünkü iletişim, öncelikle derin bir sosyoloji ve psikoloji bilgisi gerektirir. Gündeme hakimiyet hayati olduğundan siyaset, ekonomi ve hatta yakın tarih okuryazarlığı şarttır. Hizmet verdiğiniz kurumların faaliyet alanlarına göre de yan uzmanlıklar isteyebilir; eğitim, finans, otomotiv, teknoloji, yapay zeka, havacılık…

İletişim ayrıca popüler de bir alan. Sosyal medyanın da etkisiyle çoğunluğun iletişimi, “görülmek” ve “duyulmak” sandığını fark ediyoruz. “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” sözünü de sürekli duyuyoruz. Oysa asıl meselenin “hedef kitlede itibar yaratacak/koruyacak, karşılıklı etkileşime dayalı bir iletişim” olduğunu belirtmeliyiz. Ki bu da bir uzmanlık gerektirir. Maalesef bu gerçek, kişilerin ya da kurumların başına bir iletişim krizi geldiğinde anlaşılabiliyor ve o zaman maliyetli bir öğrenim oluyor.

Şahsen doğru bir dille, herkese her şeyin söylenebileceğini düşünenlerdenim. İletişimin başarısının da doğru zamanda, doğru bir içerikle ve karşılıklı bir dinleme ile gerçekleştirildiğinde ortaya çıktığına inanıyorum. Herkesin mesaj taşıyıcı, her kurumun tüm birimlerinin transparan olduğu bir dünyada ise hata ve yalanın asla gizli kalmayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla da samimi ve gerçek bir tonu, her kurumun iletişimi için öneriyorum.

Sosyal medya çağında yaşıyoruz. Bugün sosyal medyanın şirketler için avantajları ve dezavantajları neler? 

Kurumların sosyal medyada var olmaya başladıkları ilk dönemde, sosyal medya hesaplarının yönetiminin ana iletişim faaliyetlerinden bağımsız bir alan olduğu yanılgısına düşenler oldu. Sırf sosyal medya dinamiklerini bildiği için, o mecrada iletişim yürütebilecekleri sanılan deneyimsiz kişiler ve ajanslar işe alındı. Şanslı olanlar bu dönemi hasarsız atlattı ama pek çok kurum da iletişim kazalarından epey yara aldı. Neyse ki bugün çoğu kurum iletişimi bir bütün olarak görmeyi başarıyor.

Bugün artık bir kurumun hedef kitlesiyle kurduğu ana iletişim kanallarının başında kurumsal sosyal medya hesapları geliyor. Dolayısıyla da kesintisiz bir iletişim bu kanallardan yürüyor. Doğru yönetebilenler, mesajlarını kolaylıkla iletebilirken yeterli değeri vermeyen kurumlar için de büyük bir risk alanı olabiliyor. Her durumda uzman kişiler tarafından, yeterli zaman ve bütçe yatırımı ile yönetilmesi gereken bir alan bu.

Peki geleneksel medyanın bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben, gazetelerin ve dergilerin tamamen yok olacağını düşünenlerden değilim. Jeff Bezos’un bir gazeteyi satın alması bile kendi başına bir kanıt sayılabilir. “Radyo ölecek”, “televizyonlar batacak” diyenler haklı çıkmadılar ancak geleneksel medyada sıkı bir dönüşüm ihtiyacı olduğu da kesin. Sosyal medyanın, ücretli platformların, podcast’lerin izleyiciye istedikleri an, istedikleri yerde ve kendi ilgi alanlarına uygun milyonlarca içerik sunabildiği bir dünyada geleneksel medyanın eski şarkıları söyleyerek ayakta kalması mümkün değil. Benim şahsi fikrim, geleneksel medyanın çıkışı; ancak kendi okuru, izleyicisi ya da dinleyicisinin sahiplendiği, “benim” diyebildiği mecrası olmasıyla mümkün olabilir. Gerek içeriklerini zenginleştirerek gerekse uzmanlık alanlarını daraltarak dikey ve derin mecralar olmak zorundalar. Yoksa aynı içeriği çok daha kolay tüketeceğimiz mecralarla yarışta geride kalmaya mahkum olurlar. Reklam verenin ya da siyasetin tekeline sıkışmış bir geleneksel medyanın artık pek şansı olmadığını düşünüyorum.     

Meslek hayatınız boyunca yaşadığınız pek çok ilginç durum olmuştur eminim. Bizimle bir iki anınızı paylaşmak ister misiniz?

Bu soru sorulduğunda anlatmayı en sevdiğim öyküler, bugün hatırladığımda beni gülümseten kriz öyküleri oluyor. Hem kendime hem de okurlara, “önemli olan krizden nasıl çıktığımız” hatırlatmasını yapmayı seviyorum.

Yıllar önce bir müşterimizle Kars’a basın gezisi düzenlemiştik. Gezinin bir gününde sabah Çıldır Gölü’nün kıyısındaki bir restoranda kahvaltı edip çevreyi gezme programımız vardı. Sabah erken kalkıldı, Çıldır’a doğru yola çıkıldı. Hiç de kısa olmayan, üstelik zorlu, virajlı bir yolu bitirip kahvaltı edeceğimiz mekana ulaştık. Büyük kriz de o anda patlak verdi. Önceki gün konuşup teyitleştiğimiz kişi ortada yoktu ve 15-16 yaşlarında iki delikanlı kapının önünde bizi karşılayıp şöyle dedi: “Usta gelmedi. Biz sobayı yaktık ama kahvaltı hazır değil.” Uzun bir yol, herkes aç, gerginlik çıkması da çok olası bir ortam… Yakında başka bir mekan da yok.

Hızlı bir kararla gazetecileri içeri alıp restoranın mutfağına koştum. İki delikanlıyı da yanıma aldım. Çayı, domatesi, peyniri, zeytini, kısacası kahvaltının ana malzemelerini hızla hazırladım. Toplam 12 kişiydik; tereyağına 24 tane de yumurta kırdım. 15-20 dakika içinde tüm misafirler kahvaltı etmeye başlamıştı. Benim için hayatta hazırladığım en zor kahvaltıydı elbette. Gazeteci dostlar için de en lezzetli ve mükellef kahvaltı değildi şüphesiz. Ama bugün dönüp baktığımda, profesyonel sayılabilecek bir mutfaktaki 24 yumurtalı kahvaltının meslek yaşamıma sembolik katkıları oldu. Kendi adıma aldığım mesleki pek çok dersin üzerine, kriz anlarında korumam gereken soğukkanlılığa dair bir özgüven de kazandırdığını söyleyebilirim. Bugün büyük bir yaşanmışlıkla, “mesele krizle karşılaşmamak değil, o krizden nasıl çıkacağını bilmek” diyebiliyorum.       

Bize biraz gündelik yaşamınızdan söz eder misiniz? Bir gününüz nasıl geçer? Zaman planlamanızı nasıl yaparsınız? Kendinizi motive etme yöntemleriniz, hobileriniz, kişisel keyif alanlarınız nelerdir?

İş yapış biçiminde bol bol toplantı olan bir sektör bizimkisi. Öyle olunca toplantı saatlerinin dışında kalan süreler yapmam gereken işlere yetmiyor ve hep uzun çalışma saatlerim oluyor. Şanslıyım ki konsantrasyon süresi yüksek biriyim. Bir dosyanın başındaysam optimum sürede hallederim. Ancak bu şekilde bile işim, bir günümün yarısından fazlasına hükmediyor.

Ama arkadaşlarıma, aileme, film ve dizi izlemeye, kitap okumaya mutlaka zaman ayırırım. Zamansızlıktan şikâyet etmek yerine, zamanımı gereksiz tüketen şeylerden kaçınmayı öğrendim. Pandemiden bu yana uzaktan çalışıyoruz. O da ayrı bir disiplin gerektiriyor. Kesinlikle erken kalkıyorum. Eskiden yolda geçirdiğim süreleri kendime ayırıyorum.

Tatilden anladığım pek yan gelip yatmak değil. Tatil benim için işten ve rutinimden uzaklaştığım, hatta hepsini unuttuğum bir deneyim yaşamak… O nedenle sıradan gezilerin yanı sıra yılda en az bir kez farklı bir deneyim için seyahat ediyorum. Bunu ailecek yapmaktan da çok zevk alıyoruz. Çok anı biriktiriyoruz.

Yaptığım işin en sevdiğim kısmı, hep güncel kalabilmemi sağlaması… Her türlü bilgi, her an işimin en anlamlı bilgisi olma potansiyeli taşıyor. Öğrenmeyi, öğrendiklerini anlatmayı seven biri olarak büyük bir açlık duygusuyla yaşıyor, okuyor, izliyorum. Asık suratlı, nezaketsiz ve kasıntı insanlara tahammülüm yok. Onun dışında herkesle zaman geçirmeyi öğretici ve eğlenceli buluyor ve onlardan öğrendiklerimi heybeme atıyorum.

Son olarak, Ant Yapı ile çalışmak sizin için nasıl bir deneyim?

Ant Yapı’nın isminin bir kaynağı da “karıncalar”. Gerçekten de kurumun DNA’sında karıncalar gibi çalışmak var. Durmadan üreten bir ekip. Ortaya koydukları eserlerde de adeta Ant Yapı imzası olan bir kalite ve özen var.

Yaptığımız işi zaman zaman avukatlığa benzetiyorum. Bu noktada da yanında gururla durduğumuz kurumlar ve kişilerle çalışmak bizim hem şansımız hem de tercihimiz. Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da saygın, bilinen, güvenilen bir firma olan Ant Yapı ile çalışmak bizim için bir gurur.

Bir yanıt yazın