BEN ARTIK 2 AY ÖNCEKİ TÜREV DEĞİLİM!

Ünlü şef Türev Uludağ ilk günden beri deprem bölgesinde, ekibiyle birlikte depremzedeler için büyük özenle tonlarca yemek hazırlıyor. “Ben artık iki ay önceki Türev değilim” diyen şefi yakından tanıdık…

MELİS ÇALAPKULU

Deprem olduğu günden beri pek çok başarılı şef deprem bölgesine giderek depremzedeler için sıcak yemek çıkarmaya başladı. Bu durum, manevi olarak da büyük yıkım yaşamış olan depremzedeler için moral yükseltecek güzel bir jestti. Onlar sadece yardım olarak önlerine konan bir tas çorbayı içmiyor, ünlü şeflerin onlar için özenle hazırladıkları lezzetli yemekleri yiyorlardı. Hem hayat hem de umut sürüyordu…

Bu şeflerden biri, kendisi de Adanalı olan Türev Uludağ oldu. Biz kendisiyle söyleşi yaptığımızda Uludağ hâlâ deprem bölgesinde yemek hazırlığı yapmaktaydı ve ne zaman İstanbul’a, ailesinin yanına döneceği belli değildi…

Türev Bey, sizi televizyon programlarınızdan tanıyoruz ama okurlarımız için biraz kendinizden söz eder misiniz?

1987’de Adana’da doğdum. Turizm otelcilik okuduktan sonra turizm sektöründe çalışmaya başladım. 22 yaşında dedim ki, benim mutfak tarafında olmam gerekiyor… Mutfağa girmenin bir yolunu bulabilmek için düşünürken çocukluk hatıralarım aklıma geldi. Biz 5 kişilik çekirdek aileydik. Hep birlikte otururduk, annem bize reçel yaptırırdı. Hatta vişne reçeli yaparken 5 vişnenin çekirdeğini içinde bırakırdı. Biz de dilek tutardık. O çekirdek ağzımıza gelince dişimiz kırılmazsa dileğimizin olacağına inanırdık. İşte bu çocukluk anılarımdan esinlenerek annemle birlikte bir reçel serüvenine başladım. Adana’da annemle birlikte evde envaiçeşit reçel yaptık. Havucundan biberine kadar… Sonra reçelleri İstanbul’a getirdik. Beşiktaş’taki dükkanı bulduk. Kahvaltı sunuyor, reçellerimizi satıyorduk. Reçeller beğenilince bir üretim yeri kurduk. Orada kadınlara istihdam sağlıyorduk. Sonra Moda’da bir dükkan daha açtık.

Reçelle başlayan hikayeniz nasıl farklı bir yöne evrildi?

Yolum, şef Ali Rona ile kesişince… Gastronominin ne kadar önemli olduğunu anladım. Öğrenmem gereken temel her şeyi onunla öğrendim. Anadolu mutfak kültürünün önemini anladım. Türkiye’de pek çok şehre gidip pişirme tekniklerini yerinde gördüm. Bu arada Alaçatı’da bir balıkçı açtım. Bir süre gittim, Lyon’da kaldım. Sonra ekranda bir şeyler yapmak istedim. Gittim kamera önü ve oyunculuk eğitimi aldım. Önce Planet Mutfak’ta bir yemek programı yaptım. Oradan 360’a transfer oldum. Oradan da Acun Medya’ya… 4 senedir Bir Yemek Olsan adlı TV programım var. Pandemide yavaş yavaş dükkanları devrettim. Yeni bir restoran açma düşüncem var. Şimdi deprem bölgesindeyim. TV programım nasıl devam edecek şu an bilmiyorum. Bu süreçte hayatımda birçok şey değişti. Ben artık iki ay önceki Türev değilim!

Ailenizden bahseder misiniz?

5 yaşında bir oğlum var. Eşim balerin, bale öğretmenliği yapıyor.

Deprem bölgesine gittiniz ve Ebru Baybara ile birlikte müthiş bir ekip kurdunuz… 

Deprem haberini alınca ilk uçakla Adana’ya gittim. İskenderun’da dayımla yengemi kaybettik. Teyzemin evi ağır hasarlıydı, Antakya’da. Adana’da kız kardeşimle yeğenlerimi güvenli bir yere götürdüm. Ondan sonra bir şey yapmam gerekiyordu… Bir arkadaşım aradı, “Osmaniye’de bir belde var, 1.100 kişinin yemeğe ihtiyacı var” dedi. Osmaniye’ye doğru yola çıktım. Önce bir markete uğradım ve arabamın arkasını malzemelerle doldurdum. Tek motivasyonum vardı, oradaki insanları doyurmak.

Sonra neler oldu?

Gençlik ve Spor Bakanımız Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun Osmaniye’de olduğunu öğrendim. Geçen yıl Bakanlık’ta üç proje yapmıştım, Bakan Bey’le oradan tanışıklığımız vardı. Bakanlık’la irtibata geçtim ve “Benim bir mutfağa ihtiyacım var” dedim. Bana Osmaniye’deki kız öğrenci yurdunu açtılar. Oradaki 4 kişiyle ben mutfağa girdik ve yemek yapmaya başladık. Bu arada Ebru Baybara ile iletişime geçtik. Dedim ki Osmaniye’ye gidiyorum, istersen buraya gel, güçlerimizi birleştirelim. Orası 24 saat içinde bir aşevine döndü. Bakan Bey’in desteğiyle sonra Kahramanmaraş’a yola çıktık. Osmaniye’deki düzenin başına bir sorumlu arkadaşımızı bıraktık. Kahramanmaraş’ta yine bir KYK yurdunda mutfak kurduk. 24 saatte 50 bin hedefimiz vardı ama 100 bin kap yemek ürettik, hiç uyumadan. Adıyaman’a başka bir arkadaşımızı yönlendirdik. Sonra Kahramanmaraş’ın başında ünlü şef Mehmet Yalçınkaya kaldı. Biz Ebru’yla 4. günde İskenderun’a geldik. O zamandan beri burada sürekli yemek yapıyoruz. Şu an mutfağımızda 170 gönüllümüz var. İskenderun’da ürettiğimiz yemeği Hatay’ın hemen her yerine gönderiyoruz.

Bir süredir orada, zor şartlarda çalışıyorsunuz. Sizi derinden etkileyen bir anınız var mı?

Evet zor şartlarda çalışıyoruz. Ama biz burada çok önemli bir şeyi, gönüllülük hareketiyle devletin bir arada çalışabileceğini göstermiş olduk. Boğazımı düğüm düğüm yapan pek çok an var. Bir seferinde dağıtım organizasyonundayız, Samandağ’a gittik. Zor bölgelerden biri. Üç araç bir yerde durduk. Orada koordine olup dağılacağız… Durduğumuz yerde bir tane yıkılmış, bir tane ağır hasarlı ev, onun önünde de bir baraka var. Barakanın yanında üç kişi oturuyor. İki kadın, bir adam. Ateş yakmışlar, başındalar. Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorduk, yok dediler, teşekkür ettiler. Buradaki halk çok metanetli ve gururlu. Ben arabada şeker, çikolata bulundurmaya çalışıyorum, çocukları sevindirmek için. Dedim ki “Çocuk var mı, çikolata, oyuncak verelim”. O gün depremin 19. günüydü. Adam “19 gün önceye kadar bir kızım vardı, sizlere ömür oldu” dedi. Bunun gibi aslında bir sürü hikaye var. Ama umut veren hikayeler de var. Biz burada dayanışmanın nasıl bir şey olduğunu bir kez daha anladık.  Mustafa Kemal Atatürk’ün neden Türk halkına bu kadar güvendiğini bir kez daha anladık. Biz, içimizde yanan ateşi umuda evrilterek burada kalmaya devam ediyoruz, devam edeceğiz.

Bir yanıt yazın