Urfa’ya yaklaşık 20 km uzaklıkta 20 yıl önce başlanan kazı sürecinde Göbeklitepe, tarihe bakışımızı kökten değiştirecek bulgular sundu. Daha önce en eskiler olarak kabul edilen Malta tapınakları MÖ 5000’e tarihlenirken, çok büyük ihtimalle bir tapınak olduğu düşünülen bu görkemli yapı MÖ 11.500 civarında yapılmış.
Urfa’nın kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında çiftçi Mahmut Yıldız, 32 yıl önce bulduğu kabartmalı taşın getireceği arkeolojik bulguların ne kadar önemli olduğunu bilemezdi. Amcası Şavak Bey taşı zorla müzeye kabul ettirdi. Ve sonra Alman arkeologlar gelerek incelemeyi başlattılar…
Göbeklitepe, yaklaşık 300 metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde geniş bir görüş alanına sahip. Bölgede 4-5 metre yüksekliğinde ve 5-15 ton ağırlığında taşlardan yapılmış “T” şeklinde bloklar, dairesel bir düzene göre yerleştirilmiş. Bloklarda incelikle işlenmiş hayvan ve insan figürleri bulunuyor. Halen 4 dairevi anıtsal alanın kazısı tamamlanmış durumda. Yapılan jeofizik çalışmalarda en az 15 adet daha benzer alanın ve 200’den fazla dikili taşın daha yeraltında bulunduğu saptanmış. Bu anıtsal alanları inşa edenlerin yaşadığı mekânlara da ulaşılması öngörülüyor. Kazıların en az 150 yıl daha sürdürülmesi bekleniyor.
Kazıları başlatan Alman arkeolog Klaus Schmidt bu alanların tapınak olduğunu düşünüyordu. Böylece ilk bulgu ortaya çıkmıştı.
Türkiye dünyanın en eski tapınağına ev sahipliği ediyor, Malta’ya yaklaşık 6.500 ve İngiltere’deki Stonehenge’e yaklaşık 3.500 yıl “fark atıyordu”. Üstelik bir olgu olarak bildiğimiz “göçebe toplulukların tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçtiği” tezini çürütüyordu. Schmidt’e göre avcı ve toplayıcı topluluklar dini merkezlerde sürekli bir araya gelerek yerleşik yaşama adım atmışlardı.
Az sayıda arkeolog Göbeklitepe’nin tapınak olmayıp etraftaki göçebe toplulukların takas, eş bulma vb. sebeplerle bir araya geldiği toplanma merkezleri olduğu görüşünde. Ama bu gerçeği değiştirmiyor. O zaman da yerleşik yaşam, daha önce farklı toplulukların bir araya gelmesiyle başlıyor.
Üstelik Göbeklitepe’de tarıma geçilmiş olduğuna dair kanıt sunan bulgular var. Dolayısıyla bu alanlar bize kesinlikle tarımın yerleşik yaşamdan çok daha önce başladığını kanıtlıyorlar. Diğer bir deyişle yerleşik hayat, yeterli kaynağa sahip olmayan göçebelerin ibadet veya toplanma alanlarına yakın olma arzusuyla ortaya çıkmış.
Bulunan hayvan kemikleri bize bazı hayvanların sanıldığından çok daha önce evcilleştirildiğini gösteriyor. Üstelik bu kemikler gömülmüş. İlk gömme bulguları bunlar… Göbeklitepe’de betimlenen hayvanların hepsi bu sit alanı çevresinde doğal olarak bulunan Avrasya yabani faunasına ait türler. Yani efsanevi varlıklar yok; buradaki korkutucu hayvanlar bir koruma anlamı mı taşıyorlardı, bilmiyoruz.
Hacmi 160 litreye ulaşan taş kaplarda yapılan kalıntı analizleri alkollü içkilerin tüketildiğine işaret ediyor. Çömlekçilik ve metal aletler henüz kullanılmaya başlanmamışken…
Göbeklitepe’deki çok çeşitli farklı motifler ve tekrar eden semboller ve bunların farklı kombinasyonları sadece süsleme amacı taşımıyorlardı kuşkusuz, belli bir mitoloji yaratıyorlardı. Henüz bu konuda yeterli araştırma yok; olsa da bir gün anlamları çözeceğimiz konusunda herhangi bir kesinliğe sahip değiliz.
Bir efsane daha yıkılıyor!
Bunca ağır ve büyük, incelikle işlenmiş taşlar, kompleks bir yapı sistemi, işbirliği ve toplu güç gerektiriyorlar. Yine bir olgu olarak kabul ettiğimiz yerleşik hayattan önce eşitlikçi toplumların var olduğu miti yok oluyor. Eşitsizlik çoktan başlamış…
Göbeklitepe’deki kadın figürlerin nerdeyse (yalnızca bir tane çok daha sonra çizilmiş bir kadın graffitisi var) yok olması, avcı ve toplayıcı topluluklarda anaerkilliği de tekrardan gözden geçirmemizi gerektiriyor.
İşi çok ileriye götürüp bu alanın cennet olduğunu, Tanrı’nın Adem ile Havva’yı buraya yerleştirdiğini düşünenler de var. Bilimsel gerçeklere inananlarla kıyasıya mücadele ediyorlar.
Trajikomik bir ayrıntı olarak, 2010 yılında, 40 cm boyunda, 25-30 kg ağırlığında, taştan yapılmış, üzerinde hayvan figürleri olan ve insan başını betimleyen bir heykel çalındı. Şanlıurfa Göbeklitepe kazılarında bulunduktan sonra çalınan 11 bin 600 yıllık heykel için Kültür ve Turizm Bakanlığı kazı başkanı Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt’e 150 bin TL ceza kesti. Alan uzunca bir süre ziyarete kapatıldı. Bir dönemde de FETÖ olayları yüzünden yine kapandı. Şimdi açık…
Klaus Schmidt’in vefatından sonra kazıların sorumluluğu Ricardo Eichmann’a geçti. Lee Clare araştırma ekibinin çalışmalarını koordine ediyor. Göbeklitepe’nin kültürel miras konularını da Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün İstanbul Şubesi’nden Prof. Dr. Felix Pirson yönetiyor.
Göbeklitepe kazı alanı, bu yıl UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kalıcı olarak alındı.
Kazı alanından daha sonra çıkacak bulguların ne olduklarını henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz, ne kadar şanslı olduğumuz…
Göbeklitepe, eşsiz bir milli hazine.