İlk konçerto icrasını 9 yaşında yapan ve dünyanın en iyi müzik okullarında eğitim alan piyanist ve besteci Ayşedeniz Gökçin, Pink Floyd şarkılarını, 19. yüzyılın klasik müzik bestecilerinden Liszt’in tarzında yorumlamasıyla dünya çapında tanındı. Önümüzdeki günlerde yeni albümü yayımlanacak olan sanatçıyla keyifli bir söyleşi yaptık.
MELİS ÇALAPKULU
FOTOĞRAFLAR: MARCUS MASCHWITZ
New York’taki Eastman School of Music’te lisansını, ardından Londra’daki Royal Academy of Music’te yüksek lisansını yapan Aysedeniz Gökçin, ilk konçerto icrasını 9 yaşında yapmış, Türkiye’nin dünya çapında başarılı piyanist ve bestecilerinden biri…
Onun alametifarikası, klasik müziğe yenilikçi bir tarzla yaklaşması. Londra’da Kraliyet Müzik Akademisi’nde okuduğu dönemde, ünlü rock grubu Pink Floyd’un şarkılarını piyanoyla yorumlamaya başladı ve dünya çapında ünlenmesi de bundan sonra oldu. Pink Floyd resmi sayfasında AyşeDeniz’in aranjmanlarından “Günümüze kadar Pink Floyd şarkılarının binlerce yeni düzenlemeleri yapıldı. Ancak, grubun 3 parçasına getirilen yeni yaklaşım, klasik müzik dünyasının hayal gücünü uyandırdı. Londra Kraliyet Akademisi’nde yüksek lisansını bitiren genç Türk piyanist AyşeDeniz Gökçin, Floyd’un müziğini Liszt tarzında yeniden yorumladı” diye bahsedildi. Bunun ardından yetenekli sanatçı binlerce prog-rock hayranının ilgisini çekti ve ‘Pink Floyd Classical Concept’ albümü ortaya çıktı.
Kurt Cobain’e ithaf ettiği ‘Nirvana Project’ albümü ise Kasım 2015’de piyasaya çıktı ve Birleşik Krallık’ta iTunes ‘En İyi Klasik Albümler’ kategorisinde ilk 10’a girdi. AyşeDeniz bugüne dek farklı ülkelerdeki festivallere katıldı, pek çok şehirde konserler verdi.
2016’da ‘Yılın Piyanisti’ Donizetti Klasik Müzik Ödülü’nü kazanan sanatçının 2019 Ocak’ta besteci kimliğiyle çıkan albümü ‘Earth Prelude’ İngiltere, Amerika, Türkiye ve İtalya’da iTunes klasik chart’larda ilk 10’a girdi. 2019 Subat’ta çıkan ‘Senses’ albümüyle de klasik köklerini unutmayarak Beethoven’in 250. doğum yılına hazırlık olarak kaydettiği 5 ikonik sonatı şu an iTunes, Spotify gibi dijital platformlarda yer alıyor.
AyşeDeniz, 2018’de BBC Music Magazine’de 3 yükselen yıldız arasında gösterildi, 2019 Nisan’da ise Kawai sanatcı listesine girdi. Videolarını Youtube ‘ADPianist’ kanalından ve Instagram @ADPianist hesabından takip edebilirsiniz.
Bu başarının ardında çok fazla acı var aslında, çok fazla çelişki var. Bir kere sanatçılar için uygun bir dünyada yaşamıyoruz bence
Pink Floyd yorumunuz gerçekten çok etkileyici. Oradan başlayalım mı sohbete?
O albümde ses tasarımcısıyla birlikte çalıştık. Elektronik efektler var. O piyano kayıtlarını aldı, esnetti, yavaşlattı, geri çevirdi ve onların üzerine ses tasarımı yapıldı. Amacı da bütün o mekanik ve endüstriyelleşmeyle insan olmanın karşıtlığı ve birleşmesini simgelemekti. Rock müziği klasik formda çalan ve bunu daha çok sofistike ve akademik olarak yapan ilklerden biriyim. Diğerleri cover oluyor zaten. Benim yaptıklarımı idrak etmek başlarda zor geldi insanlara. Buradaki amacım aslında kendi dinlediğim müzikleri birleştirmek. Kendi yaşıma hitap edebilmek. Kendim için yaptığım bir şeydi yani aslında bu.
Nasıl oldu peki projenin ortaya çıkışı?
Mastır yapıyorum. Liszt’in hayatını okuyorum o sıra. 2011’de 300. yılı kutlanacaktı. Bu adam o dönemin rock starıymış resmen. Müziğe getirdiği yenilikler o kadar çok ki… Hatta hayat tarzı da ona uygun. İnanılmaz popüler. Kadınlar o kadar çok saçlarından parçalar istiyorlarmış ki, kendi saçları azalınca köpeğinin tüylerinden bukleler vermeye başlamış. Piyano resitalini bulan insan… Müziği elitler özelinden çıkarıp yaşamın içinde, herkes tarafından daha çok kullanılabilecek bir şeye dönüştürüyor.
Bu anlamda tarzınız benziyormuş sanki…
Evet. Bu benim hassas noktam çünkü çocukken arkadaşlarım, hiç klasik müzik dinlemeden, önyargılı bir şekilde “Çok elitsiniz” diyordu ve çok sıkıcı buluyorlardı klasik müziği. ‘Keşke klasik müziğin gerçek özelliklerini öğrenebilseler’ diye düşünürdüm. Velhasıl Kraliyet Müzik Akademisi’ndeyken ilk aranjmanımı derse götürmüştüm. Profesörüm dinledi. Tam çalarken beni bir anda durdurdu. Beni dersten atacak sandım. Sonra birden “Dur biraz da ben çalayım” dedi ve piyanonun başına geçti. Çok hoşuna gitti. Benim de çok hoşuma gitti, bu kadar açık görüşlü, vizyoner birinden eğitim alıyor olmak.
Pink Floyd da ilk üç yorumunuzu dinleyip beğenmiş?
İlk Pink Floyd uyarlamam zaten o yüzden viral oldu. 2013’tü. Onların 23 milyon takipçisi vardı. Paylaştılar resmi hesaplarında. Albüm yoktu daha o zaman. İlk üç parça Soundcloud’daydı. Öyle olunca benim de ciddi bir sosyal medya takipçi kitlem oluştu. Sonra albüm geldi. Arjantin konserinde de prömiyerini yapmıştım o albümün.
Şimdi neler yapıyorsunuz?
Bir yandan konserler var. Bir yandan Spotify gibi online platformlar var. Kendi bestelediğim eserlerin ya da aranjmanların nota satışları var, dijital olarak. Yakın zamanda bir Patreon hesabı açtım. Bu, klasik müzik meraklıların sizi desteklemek ve sizinle tanışmak için üyelik ücreti ödedikleri bir sistem. Her ay Zoom partileri yapıyorum ben kendi destekçilerime. Üç kategorisi var. Biri aylık 9 dolar. Bunu verince benim Zoom partilerime gelip, benimle bire bir tanışıp sorular sorabiliyorlar. Biri 15 dolarlık üyelik. Ona üye olanlar, bir albüm çıkacağı zaman ilk kez dinleyebiliyor mesela. Ben bunları gümüş, altın ve pırlanta olarak isimlendirdim. Pırlanta olanın tabii daha yüksek bir fiyatı var ama mesela o üyelere özel beste yapıyorum. Örneğin babası için onun adına bir beste isteyenler olabiliyor. Onun ismindeki harfleri notaya çevirerek yapıyorum o besteyi. Ayrıca her konsere bileti oluyor pırlanta üyelerin. Burada dinleyicilerimle bire bir temas edebildiğim için benim için de besleyici oluyor.
Bir piyanistin Zoom partisi vermesi kulağa ilginç geliyor…
Evet. Bunu ilk kez ocak ayında, doğum günümde yaptım. Ben şimdi Los Angeles’ta yaşıyorum. Arkadaşlarımın çoğu Londra’da kaldı. Oradaydım çünkü 9 yıl boyunca. Dolayısıyla fiziksel parti yapabileceğim bir durum yoktu. Babam da “Kendi fan’larına bir parti yapsana Zoom’dan” dedi. Çok kişi katıldı. Herkes kekler aldı, mum yaktılar. Dünyanın her yerinden doğum günümü kutladılar yani. Sonra daha sık Zoom partisi yapmaya başladım. En son yeni single’ım çıktığında maskeli balo olarak yaptım partiyi, herkes maskelerini takıp geldi. Bir sonraki de albüm partisi olacak. Albüm 2 Haziran’da çıkıyor.
Nasıl bir albüm?
Adı ‘Patterns’. 13 parça var. Hepsi benim orijinal bestem. Film besteleri gibi. İlk kez televizyon ve film sektörü için müzik yazdım. İngiltere’de Song Library diyorlar. Firma sizin yazdığınız müziği sonradan televizyon, medya yaratıcılarına lisanslıyor. Mesela BBC bir dedektif programı yapmak istiyorsa, oradan benim müziğimi kullanabiliyor, lisansını ödeyerek… Bu albüm çok büyük bir prodüksiyon oldu. 22 tane yaylı benimle birlikte çaldı. Kaydı İngiltere’de yaptık.
SANATÇILAR İÇİN UYGUN BİR DÜNYADA YAŞAMIYORUZ
Böyle dünyaca ünlü bir piyanist olmak için hem yetenek hem de çok çalışmak gerekiyor değil mi?
Bu başarının ardında çok fazla acı var aslında, çok fazla çelişki var. Bir kere sanatçılar için uygun bir dünyada yaşamıyoruz bence. Finansal olarak her şey çok zor. Sosyal ve kültürel olarak da kabul gören bir alan değil bu yüzden. Hep kendi yaşıtlarınızla kıyaslamak zorunda kalıyorsunuz kendinizi. Ben ailemden çok büyük destek alarak başardım bu işi. Babamdan maddi, annemden manevi destek…
‘Ben kimim, benim değerim ne’ sorgulamasını çok yaptım. Bir yerde bir konser veriyorum diyelim, 700 kişi dinliyor. Alkış kıyamet. Ama ben o konserden 750 lira kazanmışım. Çünkü bana “İyi bir tanınırlığın olur” demişler. Bundan dolayı ben iş modelimi değiştirdim yıllar içinde. Konserleri kendim organize etmeye, biletleri kendim satmaya başladım. Londra’da öyle 5 konser verdim. İtalya’da 1 tane verdim. Mesela Beethoven’a doğum günü partisi yaptım. Bir kilise kiralayıp Beethoven remix’leriyle silend disco tarzında bir konser yaptım.
Yani konserlerinizi bir küratör gibi organize ediyorsunuz…
Evet. Her biri farklı konseptlerde… Mesela bir Chopin konserinde, iki sanatçı ayarladım. Ben konser verirken aynı anda onlar da arkada Chopin’in iki farklı tarzda portresini çizdi. Şimdi 1 Haziran Londra, 6 Haziran Paris, 11 Haziran Antalya Açıkhava Tiyatrosu konserlerim var. Aslında genel olarak benim konseptim borderless, yani sınır tanımayan müzik.
ÜNİVERSİTEDE AŞK ŞARKILARI YAZARDIM
Müzik ırkçılığından söz ediyorsunuz bir de…
Klasik müzisyenlerin rock’ı altta görmesi ya da klasik müzisyenleri ya da müzikseverleri elitist olarak görmek… Benim şöyle bir görüşüm var. Bir kere herkes insan. Ve eğer beğenilen bir şey varsa bir müzikte, onun da kendine özgü bir kalitesi vardır. Siz beğenmeyebilirsiniz ama bu dışlayabilirsiniz anlamına gelmez. Ben üniversitede okurken pop şarkıları, aşk şarkıları filan yazardım mesela. Klasik müziğin mükemmelliyetçi ve disiplinli hayatına biraz ara vermeye ihtiyaç duyardım. Onları da bir ara sürpriz bir şekilde çıkaracağım (gülüyor).
Neden Londra’dan Los Angeles’a taşındınız?
Film müziklerine odaklanmak için taşındım. Bestelerimin film müziklerinde kullanılmasını çok istiyorum. Yönetmenlerle çalışmak istiyorum. Bunun için de Hollywood’a yakın olmak önemliydi. Ama ben İngiltere’den buraya taşındım ve bu son albümün teklifi İngiltere’den geldi, çok komik oldu. Neyse ki firmanın burada ofisi var. Ama şimdi burada herkes beni besteci olarak tanıyor. Türkiye’de Pınar Toprak kimdir diye sorsanız, tanıyan pek kimse olmaz mesela. Ama burada pek çok önemli filmin müziklerini o yapıyor. Bir sonraki aşamada bir filme özel müzik üretmek istiyorum. Bunun için de bu habitatın içinde olmak önemliydi.
Aşk var mı?
Vardı, bitti. Hattı albümdeki bir beste onunla ilgili. Adı da ‘Özgürlüğün Labirenti’. Benim özgürlüğe gidişimle ilgili.